Balkon bence bir evin en önemli yeridir. Çünkü her zaman içeriden daha havadardır. Dışarısı kadar güvensiz, içerisi kadar tekin değildir. Karadan fazla uzaklaşmak istemeyenler için idealdir. Uyanık olduğum bütün vakitlerimi balkonda geçirebilirim. Bir masa koydum mu en güzel ders çalışma mekanı da burasıdır, yemek yenecek "restaurant" bahçesi de, çay ve kahvemi yudumlarken keyifli bir rüzgarın okşamasına teslim olacağım yer de burasıdır. Yani balkon benim için bir evin en vazgeçilmez yaşam alanıdır.
Ancak insan hayatta herşeyi kendisi seçemiyor ve şartlar sizi bir yerlere sürüklediğinde gönlünüzdeki gibi olmayabiliyor seçimleriniz. Geçen yıl şehir dışı işim sebebiyle üç güzel balkonu olan evimi bırakıp çocuğun okulunun yanında bulabildiğimiz ilk eve taşınmak zorunda kaldık. Etütlerden çıktığında rahatça evine geldi, büyükşehirde saatlerce servis çilesi çekmedi. Yani balkonu baz alarak seçim yapamadığım evimde oğluma saatler hediye etmiştim. Zaten kendim de şehir dışında olduğumdan eve gelip balkon sefası yapacak vaktim de olmuyordu. Ancak şehir dışı işleri bitince ve hele de şimdi yaz sebebiyle tatilde olunca evin balkonunun oturmaya elverişli olmayışı canımı sıkmaya başladı. Lakin en az iki yıl daha okul sebebiyle burada oturmak zorundayım.Yani vazgeçilmezlerimden vazgeçme sürecim epey uzun. Umarım bu vazgeçmenin hediyesini bundan sonra taşınacağım yerde yaşarım.
Balkona çıkmayı öyle özlemişim ki tatil için gittiğimiz yerde gece gündüz hiç içeri girmedim desem yalan olmaz. Bir sürü kitap okudum, yemek yedim, bir şeyler atıştırdım, internette gezindim, e-mailler yazdım, telefon görüşmeleri yaptım. Bir nevi balkonla hasretimi giderdim lakin özlem bitecek gibi değil. Neden derseniz şöyle izah edeyim; benim şu an oturduğum evin iki balkonu var. Biri mutfakta bire iki metre boyutlarında pimapenle kapatılmış, mutfağın küçüklüğü sebebiyle bir nevi erzak dolabı şeklinde kullanılan küçük bir mekan. Yani balkon vasıflarına haiz değil. Hemen yanında salonun balkonu var bir metre en dört metre boy olan apartmanın yan tarafına düşen, neredeyse üç-beş metre mesafedeki diğer apartmanın balkonuyla iç içe bir şekilde yapılmış. Karşı balkonla aramızda bir şeyler alıp verebiliriz bile:) Ancak şansızlık bu ya karşıda da benim balkon aşkımdan daha beter şekilde balkonda yaşayan bir çift var. Ellerinde mütemadiyen sigara ve çay, neredeyse hiç konuşmadan sadece içerek, muhtemelen home-ofis kullandıkları evde sabah 08:00 -gece 02:00 arasında balkonda bulunuyorlar. Ve onların da balkonu benimki gibi dar uzun olunca mecburen benim balkonuma dönük olarak oturuyorlar ve gözlerinin önünde de birinin oturabilmesi için tacizden rahatsız olmaması gerekiyor ki, bunu evime gelen kimse başaramadı ve zamanla balkon hiç açılmayan bir yer haline geldi. Hatta mesafe o kadar yakın ki oturma odasının camı açık olduğunda sigara bizim evde içiliyor gibi içerisi duman ve koku ile doluyor. Sigaranın kokusundan bile öksüren ve de balkon seven bir insan olarak balkonuma çıkamadan nasıl bu evde oturduğuma şaşırsam da annelik böyle bir şey işte.
Dün birlikte yemek yediğimiz arkadaşımla konuşurken bir sürü böylesi konudan yakındım. Beni büyük bir sakinlikle dinleyen arkadaşımın yüzü gülüyordu. Bunda nişanlı olmasının, düğün tarihinin netleşmesinin katkısı es geçilemez ama içinde bir huzura erdiği de gözden kaçmıyordu. Onun da başta işi olmak üzere bir sürü sorunu vardı. Bir gün bir psikolog arkadaşı ile konuşurken yani ona yakınırken arkadaşı durup demiş ki ona, farkında mısın gelip gelip aynı duvara çarpıyorsun, aynı şeylerden şikayet ediyorsun, bir üst basamağa çıkıp olaylara oradan bakamıyorsun. Bu cümlelerle beraber düşünmeye başladığını ve resmin bütününü görmeye çalıştığını, bu farkındalığa bilinçsel düzeyde ulaştığını gördüm. Tevekkülünün, sakinliğinin gerisinde biraz da bu vardı.
Tam arabadan inerken söylediği bu sözler akşamdan beri kafamın içinde dönüyor. Bir oyunun içindeyiz ancak bir türlü bir üst "levıl"a geçemiyoruz, ne kadar sıkıcı değil mi? Düşündüm durdum ve şu meşhur söz geldi aklıma, "sürekli aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlar bekleyemezsiniz" oldukça basit bir mantık kuralı lakin hayata geçirmesi o kadar da kolay değil. Genelde bunu çok yapıyoruz, kendimizi değiştirmiyor, sonuçların değişmesini istiyoruz. Çözüm için hep bir sihirli değnek bekliyoruz. İçimizde boğuluyor, nefes alacak bir "balkon" bulup çıkamıyoruz kendimizden. Oysa hayat bize sürekli bir balkon sunmaz, bazen de sundukları içinden havadar bir alanı sen açacaksındır, açman imtihanındır. Ya içerde kalıp havasızlıktan boğulacak ya da kendine hava alacak bir pencere açacak, onun önüne nefeslenecek bir yaşam alanı oluşturacaksındır. Bu kısmı senin iradendedir, senin seçimindir.
Balkonumu yok kabul ediyorum, ama bir sürü pencerem var evde, birini açmakla başlıyorum bu sabah güne.
Pencereyi açıyor, kendimden çıkıyorum. Bakalım bir üst basamak bizi nereye götürecek...
HANDAN KILIÇ
HANDAN KILIÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder