“Ben pırıl
pırıl bir gemiydim eskiden.
İnanırdım
saadetli yolculuklara.
Adalar var
zannederdim güneşli, mavi, dertsiz.
Bütün hızımla
koşardım dalgalara.
O zaman beni
görseydiniz.
Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.
Ama simdi şu akşam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda, bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.
Şimdi, şu aksam saatinde
Dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
Gözlerin doymayan sahilinde.
Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.
Ama simdi şu akşam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda, bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.
Şimdi, şu aksam saatinde
Dönüyorum görmüş, geçirmiş, atlatmış,
Gözlerin doymayan sahilinde.
(Özdemir Asaf)” diyor ya şair, “Bir kere yanlış
trene bindiyseniz; koridordan ters tarafa yürümenin hiçbir faydası yoktur “
dediği gibi Niechtze’nin, bazen yanlış limanlara sığınıyoruz. Bizi
korumayacağını bile bile medet umuyoruz ondan. Bazen de limanın gerçek bir liman
olmadığını anlıyoruz, fırtınalardan daha kendini bile koruyamadığını… Ya da
sizin yürek geminize yer açacak kadar geniş bir liman olmadığını… Ya da
kendisine o kadar değer atfetmediğinden yerinin varlığından haberdar olmadığını…Kendisini
oracıkta sağa yatan geminizin batışını sessizce izleyecek kadar çaresiz sandığını
görüyorsunuz… İşte o zaman durduğunuz yerin yanlışlığını idrak ediyorsunuz.
İçinizde
sürekli gözü okyanuslarda bir gemiyle Ankara’da yaşıyorsanız, bırakın okyanusu,
açık denizleri gideceğiniz bir deniz kenarı yoksa efkarınızı dağıtacağınız
sığınacağınız limanlar insandan oluyor, çünkü, insana insandan başka kaçacak
yer yoktur bu gri kentte. Neyse ki şimdilerde mesafelerin yok olduğu bir zamanı
yaşıyoruz da, deniz kenarında nefes
alamasak da Ankara’nın kendine benzettiği asık suratlı insanlarına mahkum olmadan
yeni insanlarla tanışıp farklı gönüllere misafir olabiliyoruz. Ve bazen en
yakın arkadaşımızdan daha fazla bizi anlayacak insanlarla karşılaşıp kendimizi o
insanın gönlünden akanlarla zenginleştirebiliyoruz.
Nasıl
kredi kartını iyi kullanırsak oldukça yararlı bir icat olduğunu görürüz aynı
şekilde internet üzerinden kurduğumuz diyaloglarda da ilkelerimizden
vazgeçmeden kriterlerimize saygı gösterecek ve kendisi de ilkelerine saygı bekleyen
insanlarla ilişki kurduğumuzda sanal dostlukların hiç de zararlı olmadığını
görürüz. Kredi kartının bilinçsiz kullanımı nasıl ocakları batırıyorsa, kumar, alkol,
şiddet nasıl aileleri dağıtıyorsa sanal alemin de bilinçsiz ve dizginsiz
kullanımı aynı sonuçlara götürebilir insanları. Ama doğru düzgün
kullandığınızda yolunuzu hiç kesişmeyeceği bir dolu harika insanla
tanışabilirsiniz.
İş
vs sebeplerle on yıldır, bloglar,
edebiyat siteleri ve sosyal medya üzerinden de beş yılı aşkın süredir aktif bir
internet kullanıcısıyım. Çok farklı meslek gruplarından çok kaliteli dostlar
edindim. Bu sayede kendi mesleğimin at gözlüklerini kullanma zorunluluğum
olmadan bakabiliyorum hayata.
Sanal
dostlarımın hepsi bir şeyler kattı bana. Ben de bir çok insanın hayatında
önemli değişikliklere sebep olacak kıvılcımı ateşledim. İnsan bazen tüm
şartları hazırlıyor ama hedefine yürümek için bir hadi bekliyor.
Çevresindekiler onun oyalandığını düşünüp eleştiriyor ve hedefe doğru
ilerlemesinde gecikmeye sebep olurken onu daha iyi anlayabilen sanal dostu
tarafından motive edilebiliyor. Çünkü insan en çok inanılmak istiyor. Eğer sadece yazışma yolunu kullanırsanız ve
amacınız kötü değilse samimi bir dostluğun kapılarını kelimeler açıyorsa bir
süre sonra sahte davranamazsınız. İnsan en çok yazarken soyunur
sahteliklerinden, maskelerinden. Bu yüzden bazıları yazmaya korkar; kalbini
ortaya koymaktır yazmak. Ve yazmamak susmanın bir çeşididir, söylemekten korktuğu
şeyleri bilinçaltının derinliklerine gömme çabasıyla bir tür kaçmak, kalbinden
saklanmaktır. Saklandığı yerde belki de kendini de unutmak, yeni bir maskeyle
yola devam etmektir, şifa bulmadan, ruhunda daha büyük hasarlarla. Yazmayı,
yazarak dost olmayı, dost kalmayı herkes başaramaz. Bu nedenle insan her
kalpten aynı tepkiyi beklememeli ama başaranların samimiyetlerini, karşısındakini
iyileştirirken kendine yaptığı iyiliğin
de farkında olmalı diye düşünüyorum.
İnternetin
en büyük faydası bu olmalı; bizi içinde bulunduğumuz kısır döngüden, kısıtlı
çevrelerden çıkarmak, dünyanın bir ucunda bizim gibi hisseden birilerinin
varlığını göstererek imalat hatası
olmadığınızı fark ettirirken vizyon kazanmamıza zemin hazırlamak. Az bir şey
değil bu; farklı bakış açılarıyla aynı olaylara bakmak ufkunuzu açarken köşeye sıkışıp
kalmış ruhunuzu da kanatlandırıp içimizdeki cevheri ortaya çıkaracak imkanlar
sunabilir.
İnsan olarak gönderildiğimiz bu dünyada insan
olarak kalmak ve bunun onuru ile yaşamak gayesinden başka bir hedefiniz yoksa insanlara
temas etmekten korkmamak gerek diye düşünüyorum. Sizin varlığınızla ve onun
hayatına kattıklarınızla bir insan bile daha rahat nefes alıyorsa siz faydalı
bir insansınız manasına gelen bir söz hatırlıyorum ve bunu hayatıma tatbik
ederek insanlara faydalı olmayı bir insanlık vazifesi belliyorum. Sadece dikkat
edeceğimiz husus nasıl evimizi herkese açmıyorsak sanal alemde de herkese aynı
yakınlıkta olamayız. Bize zarar vermeyen, üstelik bir tıkla yanınızda olan bizi
dinleyen bizim için çabalayan bunu yazdıkları ile ortaya koyan, bizi
zenginleştiren insanlarla sanal da olsa dostluk
kurmak bu devrin nimeti. Yakın dostlarımızın umurunda değilken sanal bir dostumuzun
bize manevi destek olması, her zaman ulaşılabilir olması büyük bir şans. Tabi
burada da denge çok önemli, sadece kendi istediği zamanlarda sizinle diyalog
kuran, size dertlerini döküp sizin derdinizi dinlemeyen insanın size çok da katkısı olmaz. Diyalog
önemlidir her türlü ilişkide, monologlar bir süre sonra yorar insanı, bir
ilişkide hep alıcı olan ama kendisi vermeyen insan kendi egosunu sizin
üzerinizden desteklemeye çalışıyordur. Psikolojinin basit kurallarını bilirsek
ve kendimizi de tanıyorsak gerek reel de gerek sanalda yanlış insanlara açmayız
gönül kapılarımızı. Açtıysak da içeri almayız hemen öyle. Ama bütün aşamaları
geçip içeri girme şansı verdiklerimizi de öyle baş köşeye oturtmak için biraz
zaman vermeliyiz kendimize. Hatta kimseyi oturtmamalıyız gönül tahtımıza ki
sonra üzmesin bizi yaptıklarıyla.
Ama
yine de sanal dostluklara bir şans vermeliyiz, üzülebiliriz korkusuyla kaliteli
insanlardan kendimizi mahrum etmemeliyiz. Bir şiiri okuduğunuzda sizinle aynı şeyi olmasa da
yakın duyguları hisseden insanlarla gönülden muhabbet etmek akşama kadar
birlikte olduğunuz ve sizi hissedemeyen insanlarla diyalog kurmaktan daha
zevkli bir hal alabiliyor. Birinde kalabalıkta yalnızlık hissederken diğerinde ne kadar da çok olduğunuzu anlamanın
ve aynı yürek milletine mensup olmanın kıvancıyla yalnız başınayken bile yalnızlığın
depresifliğini yaşamak zorunda kalmıyor bilakis güçlenerek çıkıyorsunuz girdiğiniz
duygu salınımlarından.
Ama
işte her şeyin kararında olması gerektiği hususu sanal alemde de geçerli. Misal
artık insanlar her türlü tatmini sanal alem üzerinden sağlamaya
çalıştıklarından paylaştıkları bir resmin aldığı beğeni kadar mutlu olup TT
olamadıklarında bunalıma girer olmuşlar. Sosyal medyada insanlar genelde mutlu
anlarını, kaliteli ve güzel fotolarını paylaştıkları için o anda o durumda
olmayan insanları depresif hale sokabiliyorlarmış. O zaman neymiş insanlara
faydalı olmak için mutsuz anlarımızı da paylaşmalıyızJ Hepimiz insanız ve dünyanın bin türlü hali var
hergün bize değip geçen. Kimi içimize otururken kimi zihnimizi meşgul eden. Bir
tarhana çorbası ya da melemen ya da tost, pizza vs yiyerek geçirdiğimiz bazen
hiç yemediğimiz bir gün kadar bazen kuru ekmek ve dolapta kalmış bir parça
peynirle karnımızı doyurmamız da normal. Ama hep ziyafet sofralarında
resimlerimiz çünkü hepimiz elalem ne der prangasıyla bağlıyız adlarımızın
limanlarına. Mutsuzken mutlu görünmeye çalışmak da bir eziyettir mesela. Elalem
denen o bilinmez gürüh da aslında bizlerden oluştuğundan herkes kendi işine
baksa ve işi olmayan dağılsa ne güzel olur dünyaJ
Hasıl-ı kelam sanal alem tıpkı gerçek hayat gibi zor bir mecra olsa da, ben çoğu zaman gerçek dostlarım
büyük şehrin keşmekeşinde kendi sorunları ile meşgul olup benden bihaberken
sanal dostlarımın bir tık yakınımda olmasından memnunum.
Varlığıyla size değer
katan insanlarla karşılaştığınız günleriniz çok olsun. Ama sanal da olsa reel
de olsa hele de hem sanal hem reel hem de kalbi kalbinize denk dostlarınız varsa
değerini bilin. Çünkü değerini bilmediğimiz
her şey elimizden alınır ve geriye yeri doldurulmaz bir boşluk kalır. Sanal
alem ve çeşitlilik kimse vazgeçilmez değildir diyerek insanları da tüketmemize
yönelik mesajlar verse de hayatta bazı dostlar her zaman karşımıza çıkan
cinsten değildir. Yer dolar, hatta istiflersiniz hayranlarınızı dostlarınızı o
boşluk dolsun diye ama birebir yap-bozunuza uyan o parça olmadıkça açıkta kalacaktır
yüreğinizde bir yerler. Sanal- reel, sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.
HANDAN KILIC
fikirlerinize tamamen katılıyorum,blogum sayesinde üç tane dünya tatlısı arkadaşım oldu ve inan ki onlarla paylaştıklarım diğer insanlardan daha farklı,daha içten...
YanıtlaSilsevgilerimle
benim de çok kaliteli arkadaşlarım oldu minik:) güzel bir yer sanal alem :) Allah yokluğunu göstermesin:) hızlı internetten ayırmasın:)
SilÇok güzel bir yazı, baştan sona profesyonel bir elden çıkmışçasına okuması keyif veriyor.
YanıtlaSilKonuyla ilgili ben de kendimce birşeyler karalamıştım facebook da paylaşırım diye bekletiyorum. Bu vesile ile korsan yorum olarak algılamayacaksan buraya da eklemek istiyorum Kadıkızı?
memnun olurum özgür beyaz:))
YanıtlaSilSOSYAL MEDYA ÜZERİNE
YanıtlaSilUzun sayılmayacak bir zaman önceye kadar bu sosyal medya olayına pek olumlu bakmıyordum. Çünkü buradaki dostlukların, insanların kendilerini ifade ediş tarzlarının ve söylemlerin sahte olduğuna inanırdım.
Yani gerçek karakteri nedeniyle problemli insanların sahte kimlikler geliştirerek sosyalleştikleri bir alandan ibaret olduğunu düşündüğümden sosyal medyaya takılmayı kendime pek yakıştıramazdım.
Sonunda akraba ve dostlarla konuşmak ve fotoğraf paylaşmak yani haberleşmek niyetiyle ben de girdim bu aleme. Şimdilik sadece facebook ve Twitter ile sınırlı tutuyorum kendimi.
Daha sonra buralara uğrayacakları aklımdan geçmeyen insanlarla ve arkadaşlarımla karşılaştım. Yani devir değişmişti hemen hemen herkes buradaydı artık
Ama Gerçekten korktuğum sahtelikler de oradaydı çünkü ne kadar rol yaparsanız yapın gerçek kişiliğiniz bir yerden sızıntı yapıyor mızrak çuvalda saklanmıyor; mimikleriniz görünmediğinden sadece anlamak biraz zaman alabiliyor. Henüz paylaşılan acı ve yürek burkan bir katliam haberinin hemen ardından aynı kişi tarafından kokusu ekranın öbür tarafından bile hissedilebilen güzel bir yemeğin paylaşılan fotoğrafı o kişilik hakkında ipucunu veriyordu zaten. Hele biraz tanıdığımı zannettiğim insanların gercek kimliklerini farketmek üzücü de olsa diğer açıdan önemli bir kazanım.
Elbette herşey sahte değil ve olamazda. Bu nedenle tanıdığımı zannettiğim ve çok sevdiğim arkadaşlarımın iç dünyalarının derinliklerini keşfetmeye başladım. Paylaştıkları şarkı-türkülerden bile bir anlam çıkarmaya çalışıyor ruh halini merak ediyorum. Güzel bir şey sezersem benim de hoşuma gidiyor aksi takdirde içim sızlayabiliyor.
Bir de evvelden hiç tanımadığım tanışsam da muhabbetin o seviyeye gelmesi aylar bazen yıllar alacak insanları farketmek var; hiç görmediğin belki de görmeyeceğin ve belki de hiç görmemen gereken insanlarla hikayenin giriş bölümü atlanarak başlanan arkadaşlıklar ve dostlukları farklı bir yere koymak gerekir. Sosyal ortamda doğmuş ama sanal olmayan şeyler bunlar.
Sanırım internet ortamındaki bu etkileşim artık kaçınılmaz boyutta ve her geçen gün de hepimizi kuşatıyor. Benim için 1 yıl bile olmamasına rağmen kendimi sahilden o kadar uzaklaşmış hissediyorum ki geri dönüşü gözüm kesmiyor. Dahası herkesi orada bırakıp dönmeme ne sebep olur acaba? Aile mi? 4 yaşındaki kızım - tüm sınırlamalarımıza rağmen-internetten oyun oynayamazsa çıldırabilir. Beni rahatlatansa çocukları henüz 2 yaşında olanların bizimle aynı durumda olmaları.
5 yıl sonra ne olacağını tahmin bile edemiyorum. Biri çıkıp dese: 'Matrix gibi beynine çakılan çip sayesinde internete zihninden gireceksin ve hayatının bir kısmını oradan devam ettireceksin; Paris'te üç gün geçirip Eiffel'e çıktığını sanacaksın; lif kapsülleri yutup Tokat Testi Kebabı yemiş gibi olacaksın!' inanırım.
özgür çok güzel bir yazı olmuş:) aynı şeyleri düşünüyoruz ama kıyıdan çok uzağız maalesef:)) özellikle "Bir de evvelden hiç tanımadığım tanışsam da muhabbetin o seviyeye gelmesi aylar bazen yıllar alacak insanları farketmek var; hiç görmediğin belki de görmeyeceğin ve belki de hiç görmemen gereken insanlarla hikayenin giriş bölümü atlanarak başlanan arkadaşlıklar ve dostlukları farklı bir yere koymak gerekir. Sosyal ortamda doğmuş ama sanal olmayan şeyler bunlar." kısmı vurucu :)) eline yüreğine sağlık:))
YanıtlaSil