Bir insanı gerçek manada tanımak mümkün müdür bilinmez ama tanışmak için
gönderildiğimiz bir alemde kaderimizin yolumuza çıkardığı bir sürü insanla
tanışırız. Kimileri için iyi ki tanıdım der, kimilerini tanıdıkça şairin
dediğine gelir “İyi ki insandan insana fark var” deriz. Ve rastladığımız kötü
insanlara rağmen tanışmaya devam ederiz. Belki de bu son zamanların “Koka Kola “
reklamında dediği gibi böyle bir iyimserlik bu topraklara mahsus bir şeydir,
bu nedenle de hala psikologa gitme kültürü
batı toplumlarındaki kadar yaygın değildir. Büyük şehirlerde yaşayan, sıradan
vatandaşa göre daha fazla bilen, ya da aldığı eğitimlerle gözü hayata dair bilgeliğe
kapanan, böylece bildikleri bir ağırlığa dönüşen insanların başvurduğu
kapılardan biri olsa da, psikologlar, hala yeterince iş yapamıyorlar bu güzel
insanların ülkesinde. Çünkü hala insanlar var, birbirlerini tanımaktan
korkmuyorlar. Hatta tanış olup işi kolay kılıyor, kalbi dostluklara fırsat
veriyorlar.
İnsan en çok kendine benzeyeni mi sever yoksa zıttına mı
çekilir bu husus da bir muamma. Bilim hala bir çok şeyi açıklayamıyor.
İnsanların ilk 30 saniyede etkileşime geçip 90 saniyede birbirleri hakkında
karar verdiğini söyleyen çalışmalar da var, insanları birbirine yaklaştıranın kokuları
olduğunu söyleyen de var. Hatta okuduğum bir çalışmada insanların yüz hatları
kendine benzeyen elmacık kemik yapısı, çene yapısı birbiri ile örtüşen insanları
seçtikleri, sevdikleri ve bu beğeni olduğunda ilişkilerin uzun ömürlü olduğundan
bahsediliyordu, yani insan bir nevi yine en çok kendisini (kendisi gibi olanı)
seviyordu.
Bu gün onu ilk gördüğüm günden beri sevdiğim, elektriğinin
huzur verdiği ama yoğunluklarımızın bizi ayrı düşürdüğü bir arkadaşımla sohbet
etme şansı yakaladım. Yorgun bir günün ardından keyifli sohbet ilaç gibi geldi.
Eve doğru gelirken pek de haz etmediğim bir arkadaşımla karşılaşınca enerjimin
bozulduğunu hissettim. Aslında onu sevmemem için hiçbir somut gerekçem olmayan
bu insanın elektriğinin neden beni rahatsız ettiğini düşünmeye başladım lakin bilimin
bile aydınlatamadığı bu konuyu düşünmeyi bırakıp akışa teslim oldum. Bunun
ödülünü de hemen aldım ve internet üzerinden güzel yazılar okudum hatta bunları
yazanlardan biriyle tanıştım. Evet hayat aslında mücadele edince değil anı
yaşama bilincine erince sunuyor güzelliklerini.
İnternetin hayatımıza sunduğu
kolaylıklara ve sanal dostlukların sahiciliğine dair daha önce yazmıştım. Bir
kez daha kelimelerin güzel müziğinde ruhun dans edebildiğine inandım.
Kelimelere olan aşkımı tazeledim ve okuma ve yazma arzumdaki artış doğrultusunda
blogun başına geçtim.
Eski dostumun yaktığı neşe meşalesi daha sönmeden yeni bir tanışmanın
gücüyle ruhumun ateşinin tazelendiğini hissettim. Ve sonra yine olaylar ve
kişiler arasında illiyet bağı kurmaya uğraşan zihnime izin verdim ve ortak
noktaları böylece buldum. Bana benziyorlardı, beğenilerini ifade etmekten çekinmiyor
kelimelere inanıyorlardı. Bu
eleştirmekten zordur ve kendine güven problemi olan insanlarda rastlanmaz. Hatta
insanların genelinde beğenilerini saklama eğilimi mevcuttur. "Aşk" adlı romanı
sonrasında çokça eleştirilen Elif Şafak bir röportajında şöyle bir olay
anlatmıştı: Oğuz Atay "Tutunamayanlar" romanını yazdığında o zamanların
meşhurlarından Yusuf Atılgan’a gönderir, kitabı okuyan ve çok beğenen yazar Oğuz
Atay’a dönüş yapmaz ve bir süre sonra Oğuz Atay hayatını kaybeder. Bunun
üzerine bir itirafta bulunur Atılgan, kitap çok güzeldi, neden ben yazmadım
duygusu yaşadım ve ona cevap yazmadım. Kendisi de yazan ve henüz okunur olmamanın
acısını çeken, neredeyse otuz yıl kasabasında inziva hayatı yaşayan bir insan olmasına
rağmen o yazar bile beğenisini ifade edememiştir. Bunu amiyane tabirle, ben çektim o da çeksin
diyen eski gelin yeni kayınvalidelerin hareketlerinde de görürüz. Bu hal harika
eserler veren bir yazarca bile benimsenen bir tavır olmuşsa beğenisini ifade
eden insanlarla karşılaşmak bence anılmaya değer bir unsur, fark yaratan bir özellik.
Sonuçta her birimiz bu dünyada
bir iz bırakmanın ve bu izin fark edilmesinin, öldükten sonra da yad edilmesinin
arzusunu taşıyoruz. Bu bir nevi ölümsüz olma çabası lakin hedeflerimize
yürürken akrabalar, yakın çevre, toplum herkes
elinde eleştiri balyozu, moral bozma baltası ile beklerken insanın motive edici
unsurlarla karşılaşması büyük bir şans. Ne diyelim bu kısacık hayatta şansımız
bol olsun.J
HANDAN KILIC
HANDAN KILIC
Okuyucu ile yazar arasında kutsal bir elçi görevi üstlenen bu seçkin sözcükler anlatımı güçlendirmekle birlikte harikalık katmış :)
YanıtlaSilsağol kaan vesile olanların güzelliği yansımıştır:))
YanıtlaSil