Zamanı yarıp girerdi bir rüyanın içine.
Işıklı dilimde, durmaksızın yol alan bir küheylanın dizginlerini sıkıca
tutardı parmakları.
Kalabalığın zehrini çekerken içine, sigarasının yedeğinde, yalnızlığın
koynunda geçireceği geceyi düşlerdi yüreğinde.
Sonra düşerdi ışıltılı karanlığın içine: Yüzlerinde peçe beklerken
heyecanla harfler bir köşede, bembeyaz sayfaların karşısında dizginleyemezdi
şehvetini, kalemi de alınca eline.
Kelimelerinin içine girebilme, yokluktan varlığa geçebilme telaşındaydı
heceler.
Yelkovan, kırıp dizini otururdu önünde. Akrebin başı yerde… Saniyeler el ele, kaynayan yüreğin lavları akarken sıcak ve derinden, kaçışırdı saliseler önünden.
Kalbinin sarkacı, rüyayla yakazanın arasında gidip gelirken çekiştirmeye
başlardı vücut libası, ağrılı iğnelerle acıtırken.
Karanlığın beşiğinde tatlı, küçük bir ölüme çağırırdı gözkapakları. Direnişi,
yağmurun toprağın teninde bıraktığı o koku ile tazelenen sabaha kadar sürer, sonra
da kağıdın üzerine düşürdüğü duygularını demlenmeye, başını yastığın sıcağına
bırakırdı.
Boyanın kitre ile dansı gibi müphem, yeni bir günde, insanlardan bir insan
olma gayesiyle karışacağı hayata, gülümserdi gözleri uyandığında. Bazen
dayanılmaz olunca ağrıları şikayet ederdi dili. Kalbi diline çıkışıp Sahibi’ne
saygısızlık ettiğini hatırlatınca af dilerdi kelimeleri. Dua niyetine birkaç
ağrı kesici atar, aroması etrafa yayılan enfes bir kahveyi, sigarasıyla
yudumlardı.
Ve yine başlardı öykücü yazmaya, yatışmayan bir heyecanla, her gün yeniden…
Kalbinden damıttığı kelimeler, öyküleriyle yol bulup saplanıverirlerdi, adını, ruhunu,
sevdasını bilmediği birilerinin en acıyan yerlerine. Kimi zaman yara, kimi
zaman merhem niyetine.
Zamanı yarıp girerdi bir rüyanın içine.
Hoş bir seda bırakma arzusuyla durduğu şu alemde.
HANDAN KILIC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder