İnsan en zor kendine dair yazar. Bunu zorlaştıran bazen içinde
doğduğu coğrafyanın kutsal değerleri, bazen de mahalle baskısının tezahürü, kol
kırılır yen içinde kalır görüşünün geniş kitlelerce benimsenmesidir.
Ama aslında en zor olan insanın
kendi içinde başka bir dünyasının olması ve bunu kimseyle hatta kendisiyle dahi
paylaşmak istememesidir. Çünkü insanı en çok korkutan kendisidir. Hani çizgi
filmlerdeki temsilen çizilen o şeytan ve melek figürleri var ya tıpkı onların
tüm filmlere heyecan katan savaşları gibi bir mücadele içinde geçer hayatımız.
Bazen bireyler kendi içinde en kötü duygulara teslim olmuşken dışarıya karşı
meleksi bir izlenim çizmeye çalışırlar.
Bazen de kötü davranırken bile aslında öyle yapmak istemiyorlardır. Ama
samimiyet öyle güzel bir turnasol kağıdıdır ki, kalbiyle bakmayı terk etmeyen
herkese yol gösterir ve karşımızdakinin rengini belli eder. Ve bizler böylece
yolumuzu buluruz. Samimiyetine inandıklarımızla daha perdesiz daha gerçekçi
ilişkiler kurarız. Ve işte ancak o tarz diyaloglar kurabildiğimiz insanlar bizi
bir nebze daha fazla tanır ve içimizdeki mücadelenin farkındalığı ile bize
yardımcı olmaya çalışır. Aslında insanların birbirine destek olurken çoğu zaman
yarasını sardığı kendisidir. Ve işte insanlar bu yüzden birbirine temas etmesi
gereken sosyal varlıklardır.
Giderek yalnızlaştığımız ve neredeyse tüm yakınlıklarımızı
sanal bir bağ üzerinden yürütmemizi sağlayan bir hayata teslim olduğumuz şu zamanlarda
sanal alemin gücü tartışılamaz. Ama nimetleri de gözden kaçırılamaz. Bizi mahallemizdeki
bir avuç insana mahkum etmeyen de, kalbimize denk kalplerle karşılaşma şansı da
veren bu sanal düzendir. Ayrıca insan en çok yazarken soyunur kendisinden ve
konuştuğundan daha samimidir sözcükleri yazarken.
Bugün babama dair yazayım istedim. Belirli günler ve haftalar
kitaplarıyla büyümüş bir nesilden olunca Babalar Günü konseptine uyayım diyerek
böylesi zor bir işe giriştim. Çünkü kendime dair yazmak demekti babamdan
bahsetmek. Ve bu yazıyı babam okuduğunda, konuyu amma dağıtmışsın eleştirilerine
maruz kalmayı göze almak demekti. Ama bu gece gözüm kara; bakalım bu giriş beni
nereye götürecek, Erdem Bayazıt gibi bir giriş yapalım; Bismillah der başlarım
bu şiire, bu şiir götürür beni götüreceği yere” diyerek önce selamlarım can
parçamı, ilk aşkımı, babamı.
Frued bir bilim adamı olarak neler söylemiştir, Elektra kompleksi
diye tanımladığı ruh hallerine ne kadar maruz kalmışımdır bilemem ama doğru
söylediği bir şey var ki, her kızın ilk aşkı babasıdır. Ben de neredeyse liseyi
bitirene kadar annesinin karşısında bile her konuda babasının haklı olduğunu
düşünen, babasının sevdiklerini seven, yerdiklerini yeren bir insandım. İsmet
Özel diyor ya Sebeb-i Telif şiirinde; “ Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
ve
devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı
gösteriyorlar,ona saldırıyoruz
siz
gidin artık
düşman
dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan
beri bütün yenik düşenlerle
aynı
kışlaktaymışız
incecik
yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç
günlerine hürya doluştuğumuzda
tek
başınayız. “
Bugünden geriye dönüp bakınca, ne kadar fiziksel olarak benziyorsam,
o kadar da babamın okuduklarını, okuttuklarını okuyan kısacası ruhen de onun
eseri olan biriyim. Genetik miras olarak tevarüs ettiğim huylarımı da eklersek
sanırım ben babamım. Bu nedenle de kişiliğimin oturduğu günlerden beri onunla
anlaşamıyorum. Birbirini deli gibi seven ama bir araya geldiğinde o çocukken
çok kez bize anlattığı köprüde karşılaşan iki inatçı keçinin sonunu yaşayan ve
Allah’a şükür ki sevgili annemin şefkatli kollarına düşen, derin sabrıyla bizi
iyileştiren annem sayesinde yine sarmaş dolaş olabilen çılgın aşıklar gibiyiz
babamla.
Lafın etrafında dolaşmayı bırakıp bir an önce konuya gireyim;
beni sokakta gördüğümde etkileyen iki tablo vardır: Babasının elinden tutmuş ve
müthiş bir rahatlıkla yürüyen kız çocukları ile derin bir sevgiyle bağlı olduğu
annesinin elini tutan sevimli oğlan çocukları. Çok şükür ki, iki tabloyu da
doyasıya yaşadım ve herkesin de bu şansa sahip olmasını dilerim. Olmadıysa da
bunun bir hikmeti olduğunu düşünüp hayatımıza kattıklarını da hesap ederek bir
muhasebe yapmayı kendim başta olmak üzere herkese tavsiye ederim. Çünkü nimet
külfet dengesi hayatın ana kuralıdır ve varlıklarımız bizi zayıflatırken
yokluklarımız dirençli bireyler olmamıza sebep olur. Ve bize ne lazımsa bu
hayat serüvenimizde o verilmiştir kaderimize.
Lafı dağıttıkça dağıttım yine ama napayım bu huyum da babama
çekmiş, onun hayatıma yerleştirdiği çok okumanın, çok yazmanın yan etkileri de
böyle oluyor, laf lafı açıyor.
Babama dair yazarken yaşım ilerledikçe fark ettiğim şeylerden
de bahsetmek istiyorum: Mesela ben anne ve babaların yaptıkları şeylerin
sıradan ebeveyn vazifesi olduğunu düşünür ve bakmayacaklarsa dünyaya
getirmeselerdi diyen hatta bugün bundan daha acımasız cümleleri kuran anlayışa destek verirken, yani hiç hayatı bilmezken, çevremi gözlemlediğimde kendi anne
babamın ne kadar da muhteşem insanlar olduğunu, bizi yetiştirirken maruz
kaldığımız her türlü kuralın aslında sadece bizi korumak için konduğunu, tüm
eleştirilerin bizi mükemmele yaklaştırmak için yapıldığını yeni yeni fark
ediyorum.
Belki bunda kısmen anne baba rollerinin üzerimize yapışması ve evde
disiplini sağlama adına kötü polis rolünün benim üzerimde olmasının da etkisi
vardır. İnsan sınanmadığı acılara dair konuşmamalıdır derler ya bizler ancak
sorular bildiğimiz yerden gelirse üzerine düşünüp doğru yanıtlar verebilecek
insanlar olduğumuzun farkındalığıyla baktığımızda hayatımıza, anne ve babamızın
ne kadar da fedakar olduğunu anlıyoruz. Çünkü psikoloji bile insanın kendinden
daha iyi olmasını gönülden isteyeceği tek varlığın kendi evladı olduğunu
söylerken bunu anlamamız zaman alıyor.
”Bu hayata bir kez geliyoruz, çocuklar
için hayatımızı mı feda edeceğiz “ bencilliğini
vicdan taşıyan hiçbir anne babanın söyleyeceğini sanmıyorum ama işte hayatta
çeldiriciler o kadar çok ve insanlar bunlara takılmaya o kadar meyilli ki,
çocuğundan önce gelen kıymet verdikleri olduğunda bedelini çocuklarını
kaybederek yaşıyor. Ve bugün her yerde karşımıza çıkan sorunlar anne ve
babaların hayatlarını çocuklarından öne almalarından kaynaklanıyor. Yeterince sevilmemiş
çocuklar kendilerini gerçekleştirecek gücü bulmazken, hasbelkader sevgisizlik
kırbaç etkisi yaparak hayata tutunanları ise hırsları ile hem kendilerine hem
de topluma zarar verirken aile kavramının içinin boşalmasına sebep oluyor ve
dolayısıyla en küçük yapı taşı bozulan toplum onulmaz hastalıklarla sarsılıyor.
Elbette söylemek istediğim, çocuk yetiştirirken kendini unutmak değil ama bu
süreçleri yaşarken onların yanında yer almak belki de onlarla beraber bakış
açılarımızı geliştirmek ve yüzümüzü karartmayacak hayırlı insanlar olmaları
için uğraş vermek gerektiğini unutmamak.
Bugün olaylara buradan bakınca anne ve
babamın hayatımın en büyük şansı olduklarını fark ediyorum. Ne ölçüde onların
istediği bir evladım bilemem ama her daim onlara layık bir duruş sergileme
gayretindeyim. Hayata dair verdikleri prensiplerden onlardan ayrıldığım günden
beri, yani kontrol alanlarının dışında olduğum uzun yıllardan bu yana ödün vermemeye çalıştım. Ama hayat bana bir gerçeği daha öğretti ki, çocuklarımız
bizim istediğimiz gibi değil, genetik kodlarındaki gibi bir insan oluyorlar.
Oğlum
dünyaya geldiğinde telaş içindeydim nasıl onu iyi yetiştireceğim diye ve bir
uzman olan arkadaşıma danışmıştım, çocuk yetiştirilen bir şey değil, onu çok
sev ve tehlikelerden koru demişti. Kendisinin çoçuğu olmayan bu kişinin öğüdünü
bugün daha iyi anlıyorum.
Bizler aslında anne baba olarak dünyaya gelmelerine
aracı olduğumuz varlıkların birer yoldaşıyız. Yollar çetin, yollar kıvrımlı.
Acıktığında yoldaşımız bizi bulmalı yanında, korktuğunda bizim varlığımızla huzur
duymalı. Kaderin izin verdiği ölçüde yanında olmalıyız yoldaşlarımızın ve sanırım
onları sevmek, herhalleriyle kabul etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok.
Biz
ne kadar iyi ne kadar mükemmel olmalarını istesek de onlar bizim genlerimizi
taşıyan kopyalar ve bizden gördüklerini hayata taşıyan kopyacılar. Bu nedenle
işte baba ben tıpkı senim, sen de tıpkı ben. Hatta ne kadar düşkün olsan da bütün
ömrünce mücadele içinde olduğun ve ben de seni üzüyor diye kayıtsız şartsız
karşısında olduğum babaannemsin aslında. Ve nasıl fizik kuralıysa zıtlar
çekerken birbirini, aynı olanlar büyük bir güçle itiyorsa biz de bunun için didişip
duruyoruz bir araya geldikçe.
Ama işte ben senin eserinim. Küçükken en az dört beş gazeteden
gösterip yorumlattığın gibi hala karikatürlerin peşinde, sık sık yarım kalmış
ajandalara başlayıp, yazıp çizme gayretinde, nereye gitsem diye düşündüğüm her
boş zamanda kendini kitapçılarda bulan, çok çay içen, çok şiir okuyan, çok
kalabalık, çok yalnız, çok neşeli, çok kırılgan, sevdiğini çok seven, ısınamadığını
hayatına katmak için çok da uğraşmayan, beni seven böyle sevsin, sevmeyene kapı
orada diyen, çok fedakar, çok iyi kalpli, sinirlendiğinde gözü kimseyi
görmeyen, kovulduğu köy dokuzu aşalı çok olsa da doğruyu söylemekten
vazgeçmeyen, kalbi dilinde olan ve bunun için politik olmayı beceremeyen ama kendini
belki de en çok bu yanıyla seven, az uyuyan, çok düşünen, içi içine sığmayan
bir enerji ile her şeye yetişemeye çalışan, yardım ettiği konular vazifesiymiş
gibi hep üzerine kalan, hata çoğu zaman bir teşekkür çok görüldüğü gibi hesap
sorulan, herkese koşup kimseye yaranamayan aslında bu hayat öyle böyle geçiyor
diyerek çok da sallamayan bir insanım bugün.
Yani senim, senin o her gece
saçlarını okşarken masallar anlatıp dualar okuyarak uyuttuğun, sen yanımızda olduğunda korku nedir
bilmeden rahatça gözlerini yuman kızınım. Canımız ne isterse daha söylemeden
onu bulup getiren, günde on kere alışverişe gitmeye üşenmeyen, her kızı ile
ayrı ayrı yürüyerek onlara insanlara özel zaman ayırmak gerektiğini öğreten, çocukları
hayatı olan, sıcacık evimize hem ekmek taşıyıp hem odununu kömürünü kırıp maddi
manevi bizi kuşatan sevgisiyle büyüten, böyle büyük bir yüreğimiz olmasının
sebebi olan güzel babam iyi ki varsın, uzun ve sağlıklı hayırlı bir yaşamda annemle
birlikte hep olasın yanı başımızda.
Senin kıymetini hiçbir zaman bilemedim,
fedakarlıklarının boyutunu, babalarından gördükleri zulümleri gördükçe
arkadaşlarımın babalarından öğrendim.
Babalarından göremedikleri sevgi ve
güvensizlik yüzünden bir erkeği hatta insanları sevemediklerini gördüğüm
arkadaşlarım oldukça her seferinde senin kızın olarak dünyaya geldiğim için bir
kez daha şükrettim. İyi ki ben senin o inatçı, o dili pabuç kadar, huysuz ama
bir o kadar da tatlı kızınım ve iyi ki sen de benim huysuz, inatçı, sevimli,
şakacı, sinirli, sevmeyi ve sevilmeyi çok seven babamsın.
Seni anlatmaya ne sayfalar yeter ne de yüreğim, bu nedenle sözün sonuna geleyim:
Annelere daha kolay söylenen, ilk aşkımız olsalar da, erkek
deyince aklımıza gelen ve onları sevdiğimizden hep onlar gibi adamları arayıp
bulduğumuz şu dünyada, babalara söylemek için geç kalınmış o cümleyi yüksek sesle
haykırıyorum bugün en kalbi duygularla; “Seni çok seviyorum baba”
HANDAN KILIÇ
kalemine sağlık handan, babalar gününe ilişkin mükemmel bir yazı olmuş. hatta babalar gününü de aşan aile yapısına ilişkin harika bir yazı... "Bu hayata bir kez geliyoruz, çocuklar için hayatımızı mı feda edeceğiz" diyerek bireyselleşmeyi öne çıkaran batı ve amerikan kültürü şu anda toplumu bu felsefeden vazgeçirmek için bütün enstrümanları kullanıyor. sinema başta olmak üzere bütün medya araçlarıyla ailenin kutsallığını vurgulamaya çalışıyor, ancak ne kadar etkili oluyor tartışmalı. Türk örf ve adetlerini mükemmel şekilde özümsemiş bir kültür ortamı.... böyle bir ortamda yetiştiğin için ve böyle bir baban olduğu için çok şanslısın handan... Allah uzun ve hayırlı ömür versin babana, sana ve bütün ailene....
YanıtlaSilTesekkurler mete :) değerli yorumlarını daha çok görmek isterim blogumda:)
YanıtlaSilsenin o her gece saçlarını okşarken masallar
YanıtlaSilanlatıp dualar okuyarak uyuttuğun...
sen yanımızda olduğunda korku nedir bilmeden rahatça gözlerini yuman kızınım....
Canımız ne isterse daha söylemeden onu bulup getiren...
günde on kere alışverişe gitmeye üşenmeyen...
her kızı ile ayrı ayrı yürüyerek onlara insanlara özel zaman ayırmak gerektiğini öğreten... çocukları hayatı olan, sıcacık evimize hem ekmek taşıyıp hem odununu kömürünü kırıp maddi manevi bizi kuşatan sevgisiyle büyüten...
böyle büyük bir yüreğimiz olmasının sebebi olan güzel babammm...
iyi ki varsın, uzun ve sağlıklı hayırlı bir yaşamda annemle birlikte hep olasın yanı başımızda....
Bunlarin ustune soylencek hicbir soz yok.. sadece okurken eslik eden gozyaslari var....
Sağolun mai eşlik eden hayatlarda bulunmak güZel:))
YanıtlaSilAma işte ben senin eserinim. Küçükken en az dört beş gazeteden gösterip yorumlattığın gibi hala karikatürlerin peşinde, sık sık yarım kalmış ajandalara başlayıp, yazıp çizme gayretinde, nereye gitsem diye düşündüğüm her boş zamanda kendini kitapçılarda bulan, çok çay içen, çok şiir okuyan, çok kalabalık, çok yalnız, çok neşeli, çok kırılgan, sevdiğini çok seven, ısınamadığını hayatına katmak için çok da uğraşmayan, beni seven böyle sevsin, sevmeyene kapı orada diyen, çok fedakar, çok iyi kalpli, sinirlendiğinde gözü kimseyi görmeyen, kovulduğu köy dokuzu aşalı çok olsa da doğruyu söylemekten vazgeçmeyen, kalbi dilinde olan ve bunun için politik olmayı beceremeyen ama kendini belki de en çok bu yanıyla seven, az uyuyan, çok düşünen, içi içine sığmayan bir enerji ile her şeye yetişemeye çalışan, yardım ettiği konular vazifesiymiş gibi hep üzerine kalan, hata çoğu zaman bir teşekkür çok görüldüğü gibi hesap sorulan, herkese koşup kimseye yaranamayan aslında bu hayat öyle böyle geçiyor diyerek çok da sallamayan bir insanım bugün.
YanıtlaSil....
ben de en çok burayı beğendim, elinize sağlık
(ve)sair kemal
Sagol ve sair kemal :)) en içten itiraflar kısmını beğenmişsin:))
YanıtlaSilBence bir uyarı notu koymalısın bu yazının başına: " Dikkat! Yoğunluklu duygusal içerik ve samimi hisler barındırır " gibi... Gözlerim doldu okurken. Kalemini özlemişim.
YanıtlaSilDilsuhan
sağol dilsuhancım ben de seni ve güzel yorumlarını özlemişim:) daha sık görmek dileğiyle:) o uyarıyı koyarsam kimse okumaz:) ondan koymuyorum bir de benim duygusallık içermeyen yazım yok blogun başlığına mı koysam ki bu uyarıyı:)
YanıtlaSilSabırla okudum ama değdi doğrusu
YanıtlaSil