Söz
insanın neresinden çıkarsa muhatabını oradan yakalarmış. İyi bir eser de bu
şekilde giriyor kanımıza. Yusuf Atılgan Aylak Adam adlı romanında sinemadan
çıkan insandan bahseder ya, sinemanın dışındakilerden farklı, duygu yüklü,
dünyayı değiştirebileceğine inanan bir insandır filmi gören. Adeta bir
büyülenme yaşar ve coşkuyla dolar. Ama bu insanın kötü özelliği kısa ömürlü
olması, çabucak ölmesidir diye de ilave eder. Çünkü dışarıdakiler daha
kalabalık, uyaranlar çok fazla ve dolayısıyla insanın o büyünün etkisinden çıkması çok da uzun sürmüyor.
Bu
akşam televizyonda rastladığım ve daha önce kısmen seyrettiğim filmi tıpkı sinemada
izlemiş de etkilenmişcesine seyredince sinemadan çıkan insanım ölmeden filmden bahsetmek istedim.
Aşk kadar insanı büyüleyen bir duygu var
mı? Elbette yok! Her ne varsa alemde aşk imiş. Hele de bunu çok güzel anlatmayı
başaran bir esere rastlarsak o duygunun içine çabucak giriveriyoruz.
Sanatın ve
sanatçının gücü de buradan geliyor, herkesin yaşadığı, hissettiği ama tarif
edemediği şeyleri belki de yaşanılanın güzelliğinin üzerinde anlatarak bunu
dinleyen, seyreden, okuyanlara o yaşayıp da unutamadığı anları hatırlama ve
aynı duyguları tekrar yaşama arzusu uyandırıyor.
Uzmanlar, aşka, üç dakika ile üç
yıl arasında bir ömür biçedursun, aşk bazen bir kelimenin içinden sesleniyor
yüreğimize bazen de bir bakışta saklanıyor, ta derinlerde. Bazen bir kitabın
satırlarından atıyor kemendini ruhumuza bazen bir film karesine hapsediyor
zihnimizi. Teslim olduğumuzda bu tatlı tutsaklığa o oranda özgür kılıyor
ruhumuzu. Ama sonu hep o zirveden düşüşle, aşktan uzaklaşmakla
neticeleniyor. Aşka dair kalıcı olanlarsa her zaman yaşanamayanlar oluyor.
Andrey Tarkovski, “Mühürlenmiş Zaman” adlı
eserinde “ İki insan, ömürlerinin bir ânında, tek bir lahza dahi olsa aynı şeyi
hissederlerse, birbirlerini tümüyle anlayabilirler. İsterse biri tarihin
başlangıcında, öbürü sonunda hüküm sürsün. Biri atom çağında, diğeri buzul
devrinde yaşasın. Tümüyle. Mümkündür…" diyor. Bu nedenle sanat eserleri
bizi sarıp sarmalıyor, yüzyıllar önce yaşayıp bizimle aynı duyguya sahip olan eser
sahibine tutkuyla bağlayabiliyor. Ve imkansız olduğundan aşk olarak
kalabiliyor. Zaten Ahmet Altan ‘da “Ben bayağıyım ama yazdıklarım değil” adlı
yazısında sanatçıların bizler gibi insanlar olmadığını, normalleşmelerini
beklemenin sanatı öldürmek olacağını vurgularken onları kendi halleri ile tanısak
daha az seveceğimizi söylüyor. Tecrübelerim de bu fikri canı
gönülden desteklememi sağlıyor. Bu bağlamda “Yazarsız kalma, yazara yaklaşma”
iyi bir felsefe olabilir.
Konu aşk olunca söz bitmez, en iyisi bu
yazının müsebbibi filme dönmek. Aşkı en
güzel anlatan, belki de en güzel anlattığını dünyaya duyuran adam Shakespeare'in Romeo ve Juliet i yazışının öyküsünden bir film çıkarmışlar. 1998 ABD yapımı
filmin kısaca konusu şöyle:
“Elizabeth
dönemi İngiltere'sinde geçen bu romantik komedi filminde genç Shakespeare'in
aşk hayatı anlatılıyor. Aslında Shakespeare'in son günlerde aşk hayatı hiç iyi
gitmiyordur. Yeni oyunu 'Romeo and Ethel the Pirate's Daughter' konusunda ise
daha bir satır bile düşünebilmiş ve yazabilmiş değildir. Shakespeare'in
hayranlarından zengin ve güzel Viola duygusuz bir adam görünümündeki Lord
Wessex ile evlenmek üzeredir.Hayali oyuncu olmak olan Viola, Shakespeare ile
tanışınca ikisi yasak bir aşkın heyecanına kapılırlar. “
Aşk
duygusunu şiirimsi diliyle seyirciye geçiren bu filmin oyuncularının başarısı da
tartışılmaz. Tiyatro tadında, bir şairin dilinden aşkı seyretmek isteyenler için
uygun bir film. Yorulduğunuzda ya da hala aşkın var olduğuna inanmakta
zorlandığınızda seyretmeniz, size hayatın olağan akışında kullanmanız gereken
enerjiyi sunacaktır. Zor zamanlarda kırın camı ve bu filmi seyredin. Belki
bir kelimesine takılır, yıllar önce yazılmış bir mısrada kendinizi bulur,
aşk düğümü ile keder kuyunuzdan çıkarsınız, göğe bakar, aşk var ve bir gün beni
de bulacak derseniz. İyi seyirler.
"Uzmanlar, aşka, üç dakika ile üç yıl arasında bir ömür biçedursun, aşk bazen bir kelimenin içinden sesleniyor yüreğimize bazen de bir bakışta saklanıyor, ta derinlerde. Bazen bir kitabın satırlarından atıyor kemendini ruhumuza bazen bir film karesine hapsediyor zihnimizi. Teslim olduğumuzda bu tatlı tutsaklığa o oranda özgür kılıyor ruhumuzu. Ama sonu hep o zirveden düşüşle, aşktan uzaklaşmakla neticeleniyor. Aşka dair kalıcı olanlarsa her zaman yaşanamayanlar oluyor."
YanıtlaSilBu paragrafın hepsi özenle yüklü anlamlar taşıyor sanki.. Blogunuzu nasıl oldu da bu kadar geç keşfettim bilmiyorum ama yazıların hepsine bayıldım. Seviyorum sizi :)