“Ve anladı ki, yalnızdı... Ama yapayalnız da değil...
Yaşıyordu beraberce, karşısındaki hiç kimseyle...”
(Cemal Süreya)
Yaşıyordu beraberce, karşısındaki hiç kimseyle...”
(Cemal Süreya)
Siz hiç aşık oldunuz mu?
Sabahın
nasıl olduğunu anlamadığınız sancılı, uzun gecelerden geçtiniz mi?
Onu
kısacık da olsa görebilmek için aylarca bekleyip hayaliyle yaşadınız mı?
Baktığınız
her şeyde onu görüp, yediğiniz her lokmanın lezzetini ona da tattıramamanın
burukluğu acılaştırdı mı aldığınız zevki?
Yalnızken
bile iki kişilik attı mı kalbiniz? Endişelendiniz mi onun için, nerede şimdi,
ne yapıyor acaba diye düşünüp dua ettiniz mi hiç, aşkın gücüyle?
O’nun
sizin aşkınızın farkında olmadığı zamanlarda bile coşkunuzdan bir şey
yitirmeden içinizde büyüttünüz mü hayalini?
En
kalabalık yerlerden ya da yalnız gecelerden onun yanına kaçtınız mı? Günlerce
gecelerce konuştunuz mu onunla içinizden, şahidi kıldınız mı hayatınızın ?
İçinizin
ona ait vadilerinde dolaştırdınız mı ellerinden tutarak, uçurumlarınızı,
rüzgarlarını, bulutlarını gösterdiniz mi?
Durmadan
yeni görüntülerin saldırısına uğrayan algınız, değiştirip dönüştürürken sizi,
unutma rüzgarı, zihinden kalbe uzanan o çileli yolda, bir onun adının olduğu
semte uğrayamadan çekip gitti mi?
İçten
dışa, dıştan içe kasırgalardan geçerken yaşamınız, bir tebessümüyle ateş
büyürken içinizde, hiç tutmadığınız ellerine kenetlenip olduğunuz yerde
durabildiniz mi?
Üzdüğünde
sizi hayat, onun kucağına yatıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istediniz mi?
Sevindiğinizde,
hani çıkarken bulutların üstüne, yanınızda bir onun olmasını dilediniz mi?
Sayfalarca
süren sayısız mektuplar yazdınız mı? Her mektupta “hayallerinize
giydirdiğiniz esvap” a tutkun akıp gitti mi kelimeleriniz? Oturduğunuz
kalktığınız, gezdiğiniz gördüğünüz yerlerden büyük bir heyecanla bahsettiniz mi
ona? Ama onsuz her resmin eksik olduğu notunu düştünüz mü her defasında?
Aşkınızdan
başka her şeyin, herkesin görüntüsünü yitirdiği vakitlerin cenderesinden
geçtiniz mi?
Ve bir
gün kelimelerin bittiği o yere geldiniz mi?
Sözcükleri
rahat bırakalım bu gece dediğinde size eşlik eden hayali, tereddütsüz
kabul edip teklifini, zihninizin gürültülerden arınmasına izin verdiniz mi?
Her şeyi
örttüğü gibi, sizi de örtsün gece şefkatiyle diye dilediniz mi yıldızlara
bakarken?
Evlerin
ışıklarının tek tek kapandığı saatlerde, bir kaçışa sığındığında insanlar, siz
ve flu suretli hayaliniz, yani o ve kendiniz sustunuz mu bütün
gece?
Gömdünüz
mü iki nokta üst üste binmiş hallerdeki köşeye sıkışmışlığı en derinlere…
Virgülün
yükünü aldınız mı sırtından, birleştirmeye uğraştığı ama bir türlü beceremediği
cümlelerden azade kılıp, üç gün kafa izni verdiniz mi…
Nokta,
bakarken gözünüze… Hadi sen de git bakalım dediniz mi?
Üç nokta,
ezile büzüle çıkınca huzurunuza, bakınca yalvaran gözlerle…Yok …Sen
gidemezsin…Bu gece nöbetçisin dediniz mi?
Okulun
bitiş zili çaldığında, mutlulukla koşan çocuklar gibi kelimeler, özgürlüğün
rüzgarıyla savruldular mı evrene, konuşmadığınız o gece…
Ve
farkına vardınız mı içinizdeki yalnızı susturmak için ne çok kelimeyi tutsak
ediyormuşsunuz gündüzlerde…
Birden
“Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik… Bir de ne görelim…Bir arpa boyu yol
gittik” hakikatine tosladınız mı sessizlikte… Camdan kalbinizin içindeki hayal,
paramparça olup kavuşma arzunuzu biranda alıp götürdü mü siz bakarken ardından
hüzünle?
Bir kez
daha çuvalladınız mı hatırladığınız hakikatler önünde…
İçinizde
kurduğunuz şehirler enkaza çevrildi mi? Ve sonra moloz yığınlarının üzerine
nerden geldiğini anlayamadığınız bir kara delik yerleşip sizi, onu, her türlü
sanrıyı içine çekti mi?
Girdiğiniz
anaforda tüm kelimeler, hayaller, arzular, yalanlar, doğrular her şey ama her
şey anlamını yitirdi mi?
Günlerce
bom boş baktınız mı eşyaya? İçinizde boşalan o koca yeri dolduracak hiçbir şey
yokken etrafınızda, mecburi diyaloglara verdiğiniz kısa evet, hayırlar dışında
ağzınızı bıçak açmadığı zamanlar yaşadınız mı?
Şiir
okuyayım deyip sarıldığınızda kitaplara, saçma sapan geldi mi şairlerin
kendilerine ait olmayan bir hayatı pervasızca sunuşları karşısında duran sevda
adlı yalana?
Oysa bir
arpa boyu dahi gidemediğinizi anladığınız günden kısa bir zaman önce her gece
oturmuşsunuzdur içinizdeki hayalin silueti ile, yıldız kümeleri sürekli yer
değiştirirken gökyüzünde…
Onu
izlemişsinizdir bütün gece… Belki bir sigara yakıp tutkuyla içmiştir gözleri
gözlerinizde… Tutkuyu içselleştirmesini gördüğünüzde bir an, sigara
kağıdına sarılmış bir tütün olmak geçmiştir içinizden… Derin bir nefeste dış dünyadan
sıyrılmak, onun içinde hızlıca yol alıp kalbine ulaşmak, gönül hanesinde bir iz
bırakmak, bazen gelen bir öksürükle kendinizi hatırlatmak istemişsinizdir…
Her nefes
alışverişte yeni bir heyecanla deveran etmek kanında, sizken, o olmak geçmiştir
içinizden.
Ölesiye
bir tutkuyla sevsin sizi istemişsinizdir. Gittiği yere kadar sürsün, o var
oldukça içinde kalayım, sonra da onunla döngüsel dengeye karışayım
demişsinizdir…
Sigarasının
küllerine bakıp nefesinin ateşinde yanınca nasıl da hafiflediklerini
görmüşsünüzdür tütün yapraklarının. Öyle ki, karışmak için toprağa hafif
bir esinti yetiyordur havalanmalarına.
Gri kelebekler gibi uçuyorlardır kısacık
ömürlerine aşkı, yanmayı sığdırmışlığın hülyasıyla.
Hülya,
rüya… Oyun, eğlence, şiir, şarkı,hikaye… Hepsi düşüyor üzerinizden arpa boyu
gittiğinizi anladığınız, duvara çarptığınız o dakika içinde… Ruhunuz
enkaz altından çıkamıyor, moloz yığınlarıyla beraber çekiliyorsunuz bir kara
deliğe… Sonra dua eli yakalayıp alıyor tekrar hayatın içine, O’nun aşk yörüngesine
gözünüzü diktiğinizde…
Ve oradan
bakınca hayata; aşkınlaşmak bu olsa gerek, diye düşünüyor insan: Kokudan,
korkudan, yakıcılıktan, yanmaktan sıyrılmak…
Geldiğin
gibi toprağa karışmak için boyun eğmek kadere, güçlü bir kabullenişle.
Sarıldığınız
ince bir sigara kağıdı gibi yaşam.
Ve siz,
yanmak için sırasını bekleyen kurutulmuş tütün yaprakları kadar yalnızsınız
aslında.
Kuruyup
arzularınızdan arının diye kırdılar sizi bir sabah erkenden, görmeden güneşi
daha.
Şişlediler
sonra yüreğinizi, dizdiler hepinizi bir boyda… Bıraktılar sonra aşkın sıcağına.
Renginizi
kaybettiniz önce, kokunuzu, can damarınızdaki suyu emdiler sizi hazırlarken
ölüme.
Ölürken
öldürmeyi öğrettiler size… Oysa yaşarken ölmekti gaye, oyun bitmeden önce
aşmak, aşkınlaşmak gerekmekte.
Siz hiç
aşık oldunuz mu?
Geçtiniz
mi aşkın duraklarını, merhale merhale?
Ve bir
gün “aşkım” dediğiniz varlık da yitirdi mi anlamını, kavuşmak için gözünüzü
diktiğinizde “O” yare?
Tercihlerinizi
zor olandan yana kullanıp “Dar kapı” dan geçerek girdiniz mi, kalbinizi tatmin
edecek aşkın istikametine?
Handan Kılıç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder