12 Mayıs 2014 Pazartesi

Shakespeare'in Aşkı-Shakespeare In Love



Söz insanın neresinden çıkarsa muhatabını oradan yakalarmış. İyi bir eser de bu şekilde giriyor kanımıza. Yusuf Atılgan Aylak Adam adlı romanında sinemadan çıkan insandan bahseder ya, sinemanın dışındakilerden farklı, duygu yüklü, dünyayı değiştirebileceğine inanan bir insandır filmi gören. Adeta bir büyülenme yaşar ve coşkuyla dolar. Ama bu insanın kötü özelliği kısa ömürlü olması, çabucak ölmesidir diye de ilave eder. Çünkü dışarıdakiler daha kalabalık, uyaranlar çok fazla ve dolayısıyla insanın o büyünün etkisinden çıkması çok da uzun sürmüyor.

Bu akşam televizyonda rastladığım ve daha önce kısmen seyrettiğim filmi tıpkı sinemada izlemiş de etkilenmişcesine seyredince sinemadan çıkan insanım ölmeden filmden bahsetmek istedim. 

Aşk kadar insanı büyüleyen bir duygu var mı? Elbette yok! Her ne varsa alemde aşk imiş. Hele de bunu çok güzel anlatmayı başaran bir esere rastlarsak o duygunun içine çabucak giriveriyoruz. 

Sanatın ve sanatçının gücü de buradan geliyor, herkesin yaşadığı, hissettiği ama tarif edemediği şeyleri belki de yaşanılanın güzelliğinin üzerinde anlatarak bunu dinleyen, seyreden, okuyanlara o yaşayıp da unutamadığı anları hatırlama ve aynı duyguları tekrar yaşama arzusu uyandırıyor. 

Uzmanlar, aşka, üç dakika ile üç yıl arasında bir ömür biçedursun, aşk bazen bir kelimenin içinden sesleniyor yüreğimize bazen de bir bakışta saklanıyor, ta derinlerde. Bazen bir kitabın satırlarından atıyor kemendini ruhumuza bazen bir film karesine hapsediyor zihnimizi. Teslim olduğumuzda bu tatlı tutsaklığa o oranda özgür kılıyor ruhumuzu. Ama sonu hep o zirveden düşüşle, aşktan uzaklaşmakla neticeleniyor. Aşka dair kalıcı olanlarsa her zaman yaşanamayanlar oluyor.

Andrey Tarkovski, “Mühürlenmiş Zaman” adlı eserinde “ İki insan, ömürlerinin bir ânında, tek bir lahza dahi olsa aynı şeyi hissederlerse, birbirlerini tümüyle anlayabilirler. İsterse biri tarihin başlangıcında, öbürü sonunda hüküm sürsün. Biri atom çağında, diğeri buzul devrinde yaşasın. Tümüyle. Mümkündür…" diyor. Bu nedenle sanat eserleri bizi sarıp sarmalıyor, yüzyıllar önce yaşayıp bizimle aynı duyguya sahip olan eser sahibine tutkuyla bağlayabiliyor. Ve imkansız olduğundan aşk olarak kalabiliyor. Zaten Ahmet Altan ‘da “Ben bayağıyım ama yazdıklarım değil” adlı yazısında sanatçıların bizler gibi insanlar olmadığını, normalleşmelerini beklemenin sanatı öldürmek olacağını vurgularken onları kendi halleri ile tanısak daha az seveceğimizi söylüyor. Tecrübelerim de bu fikri canı gönülden desteklememi sağlıyor. Bu bağlamda “Yazarsız kalma, yazara yaklaşma” iyi bir felsefe olabilir.  
  
Konu aşk olunca söz bitmez, en iyisi bu yazının müsebbibi filme dönmek.  Aşkı en güzel anlatan, belki de en güzel anlattığını dünyaya duyuran adam Shakespeare'in Romeo ve Juliet i yazışının öyküsünden bir film çıkarmışlar. 1998 ABD yapımı filmin kısaca konusu şöyle:

Elizabeth dönemi İngiltere'sinde geçen bu romantik komedi filminde genç Shakespeare'in aşk hayatı anlatılıyor. Aslında Shakespeare'in son günlerde aşk hayatı hiç iyi gitmiyordur. Yeni oyunu 'Romeo and Ethel the Pirate's Daughter' konusunda ise daha bir satır bile düşünebilmiş ve yazabilmiş değildir. Shakespeare'in hayranlarından zengin ve güzel Viola duygusuz bir adam görünümündeki Lord Wessex ile evlenmek üzeredir.Hayali oyuncu olmak olan Viola, Shakespeare ile tanışınca ikisi yasak bir aşkın heyecanına kapılırlar.  “   


Aşk duygusunu şiirimsi diliyle seyirciye geçiren bu filmin oyuncularının başarısı da tartışılmaz. Tiyatro tadında, bir şairin dilinden aşkı seyretmek isteyenler için uygun bir film. Yorulduğunuzda ya da hala aşkın var olduğuna inanmakta zorlandığınızda seyretmeniz, size hayatın olağan akışında kullanmanız gereken enerjiyi sunacaktır. Zor zamanlarda kırın camı ve bu filmi seyredin. Belki bir kelimesine takılır, yıllar önce yazılmış bir mısrada kendinizi bulur, aşk düğümü ile keder kuyunuzdan çıkarsınız, göğe bakar, aşk var ve bir gün beni de bulacak derseniz. İyi seyirler.     


1 yorum:

  1. "Uzmanlar, aşka, üç dakika ile üç yıl arasında bir ömür biçedursun, aşk bazen bir kelimenin içinden sesleniyor yüreğimize bazen de bir bakışta saklanıyor, ta derinlerde. Bazen bir kitabın satırlarından atıyor kemendini ruhumuza bazen bir film karesine hapsediyor zihnimizi. Teslim olduğumuzda bu tatlı tutsaklığa o oranda özgür kılıyor ruhumuzu. Ama sonu hep o zirveden düşüşle, aşktan uzaklaşmakla neticeleniyor. Aşka dair kalıcı olanlarsa her zaman yaşanamayanlar oluyor."
    Bu paragrafın hepsi özenle yüklü anlamlar taşıyor sanki.. Blogunuzu nasıl oldu da bu kadar geç keşfettim bilmiyorum ama yazıların hepsine bayıldım. Seviyorum sizi :)

    YanıtlaSil