Kalbiyle yaşamanın en büyük zorluğu kelimelerin zihninizden önce yüreğinize değmesi ve sarsıntılarının o kelimeleri her duyduğunuzda devam etmesidir. Bu bir süre sonra sizi sürekli artçılarla yaşamaya mahkum eder. Her depremden sonra daha güçlü yapılaşacağız, kalpsel dönüşümü sağlayacağız dersiniz ama ülkemizin bize de sirayet eden genel tavrı ile gündem hızla değişir ve yeniden deprem olana kadar kalbinize yapmanız gereken yatırımı ihmal edip onu güçlendirmek yerine dışınızı süslemeyi yeğlersiniz. Olur olmaz yere heykeller diker, fıskiyeli havuzlar yapar, bazen duvarlarınızı yeşile boyayarak sahte bir güzellik oluşturursunuz. Size dışarıdan bakanlar ne kadar güçlü, ne kadar güzel bir şehir olduğunuz yanılgısıyla hayran kalırken o artçı sarsıntılara sebep olan kelime düşünce içinizin çıkmazlarına, enkazın altında kalıverirsiniz.
Neyse ki sürekli sallanan bir coğrafya da doğup büyüdüm. Kalp binam da şehrim gibi derme çatma olsa da alışığım yıkıntılarıma. Bir şekilde çıkıyorum altından. Ama bu sefer biraz derinden ve uzunca sarsınca daha fazla yara aldım. İnsanın depremi önemsemesini ve dışındansa içini mamur etmesi gerçeğini bir kez daha anladım.
Yıllanmış mevzulardan bile hüzün duyabiliyormuş insan, bu akşamki sarsıntıyla bunu da fark ettim. Bir arkadaşımın eski bir konuyu ısıtıp söylediğimi tam olarak dinlemeden, hatta tamamen yanlış anlamasından kaynaklanan bir kırgınlığını giderebilmek için yaptığım her şeyi, yanlış anlamasını sürdürerek tavrına devam etmesi karşısında, son beş yıldır aslında beni çok iyi anladığını sandığım bir dostumun beni hiç de anlamadığını, hatta sert bir üslup kullanarak ne kadar kalbiyle yaşayan bir insan olduğumu bilmesine rağmen beni kırmaya devam eden orantısız tepkisiyle karşılaşınca tek kelimeyle yıkıldım. Onu kırmamak için çok ince bir dil kullanarak cevap verdim ama insan şairin dediği gibi haykırmak istiyor:
“Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu “
Bir söz var hani “kimseyi haklıyken bile özür dileyecek kadar sevmeyin” diye. Artık kimseyi ona kırılacak kadar tanımak istemiyorum. İnsan için sosyal bir varlık derler ya hani, iyi bir şey değil bu, hele de her şeye rağmen insanları seviyor ve kalbinizde yer veriyorsanız daha da zorlaşıyor işiniz. Bir bilgeye “Yalnızlık zor değil mi demişler, o da şu ibretlik cevabı vermiş: İnsanlarla daha zor! “
Bir şekilde birbirimize değecek ruhumuz, hep birileriyle kesişecek yolumuz. Kimi zaman bizi kıranlar olacak, bir enkaza çevirip arkasına bile bakmadan dönüp gidenler, yılların hatırının olmadığını size öğretenler, kimi zaman da kalbinizin değerini bilip sizi fark edenler.
Bize düşen sanırım gitmek isteyenlere yol vermek, kalbimizde sahip olduğu yüzölçümüne bakmadan ondan kalan bu yeri kamulaştırıp içimizde cennetler inşa edecek bir çabaya doğru süzülmek. Okumak ve okuduğunu hazmedecek kadar yalnızlık hakkını kendine vermek. Hayatın heyulası arasında mecburi birliktelikler dışında kendini insanlardan soyutlayarak içine dönmek ve orada her depremde biraz daha hasar oranı artan binaları yıkıp kalpsel dönüşümü sağlamak.
Belki de en doğrusunu büyük sanatçı :) Sibel Can, eski bir şarkısında söylemiştir; "Bence talih, bence şansın bir de aşkın adresi yok
Gideni boş ver, gelene hoş geldin de başka çaresi yok :)"
HANDAN KILIÇ