Zaman, içinde bir daha yıkanılamayan bir nehir gibi hızla akıp gidiyor
hayatlarımızdan. Sürekli değişiyor takvim yaprakları, eksiliyor ömrümüz biz
farkına varmadan.
Gün geceye bırakıyor yerini, çocuk gence, genç yetişkine…
Yetişkin…Gelişimin herhangi bir yönünde veya tümünde duraklama düzeyine
erişmiş olan diye tanımlıyor sözlükler bu kavramı. Artık yetişkiniz, duraklama
döneminin yükü üzerimizde ilerliyoruz gelmesi mukadder çöküş dönemine.
Bugün bayram… Bayram neşe demektir, kalabalıkta koşuşturmak, el öpmek,
harçlık dağıtmak-toplamak, hasretle kucaklaşmak demektir sevdiklerimizle.
Bayramın yetişkinlere hatırlattığı ise zamanın akış hızı oluyor şimdilerde.
Daha dün annemizin kollarında yaşarken, çiçekli bahçemizin yollarında koşarken
şimdi bir garip halde gurbette olduğumuzu anımsıyoruz
hüzünle.
Gurbet; gariplik, yabancılık, vatandan ayrı düşme mânâlarına geliyor. Herkes bir
şekilde gurbet yaşıyor bu dünyada. “Garip” oluyor bazen, kocaman sevgi dolu
kucaklar açılsa da.
İşte böylesi bir gurbette, yaşamın ortasında yapayalnız bir
yetişkin olduğumuzda, maruz kaldığımız bu yükün acısı yürek dağlar.
Hele de vakit bayrama uğramışsa gurbetteki yüreğin acısı kat kat artar.
Zaman ırmağında yitirdiklerimiz arttıkça özlemlerimiz büyür, bayramın diğer adı
olan neşe hüzün-sabır ortak yapımı bir tebessüme evrilir. Gurbet kalmadı yalanı
gereği telefonlar açılır, görüntüler, sesler, kelimeler değiş tokuş edilir, bir
nebze su serpilir yüreğe.
Böyle bir bayramdayım yine, bir sürü kelimeler hediye ettim sevdiklerime.
Güzel dilekler, dualar aldım özlem dolu seslerden. Vazifemizi yapmanın
rahatlığı ile açmış kitabımı okurken bilmem kaçıncı gurbet yılımda, garip bir
bayramdayken Barış Manço’nun “Bu gün bayram” şarkısı değiverince yüreğime,
gözyaşlarım boşandı bendinden hüzünle. Birbirimize baktık ve sarılıp ağladık
eşimle, annelerimizin özlem kokulu sesleri içimizde. En azından hala aynı zaman
ırmağındayız diyerek teselli bulduk. Mezarlarının başında anne-babalarını
ziyaret edenler, hatta onu bile yapamayacak kadar uzağa düşenler gelince
hatırımıza, her şeye şükür dedik, kalbi bir duayla.
“Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki
Yalnız sen anlarsın
Sen şimdi uzakta cennette meleklerle bizi düşler ağlarsın
Bugün bayram erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemizi
Sen yaz geceleri yıldızlar içinde
Ara sıra bize göz kırparsın
Sen soğuk günlerde kalbimi ısıtan en sıcak anısın
Bu gün bayram çabuk olun çocuklar
Annemiz bugün bizi bekler
Bayramda hüzünlenir melekler
Gönül alır bu güzel çiçekler” diye söylerken Barış Manço, onu da rahmetli diye
anmak derinleştirdi gurbetimi.
Erken kalkmadım bu sabah, hatta hiç uyumadım. Ne kahvaltıya yetişeceğim bir
yer vardı ne de el öpmek için çalacağım bir kapı. Uykudan talep ettim koynuna
sığınmayı. Biraz izin verdi gözlerime, sonra bir sürü rüya arasından sıyrılıp
çıktım güne, sessiz, sakin, kıpırtısız bir evin soğuk duvarlarına baktım
öylece. Defalarca dinlediğim bugün bayram erken kalkın çocuklar şarkısı
eşliğinde, dolaştım hafızamın derinlerinde, en güzel giyisileri giydiğim
zamanları, gözyaşları eşliğinde.
Bayram çocuklar içindir gerçeğine binaen bari yavrumuzun zihninde güzel
bayram resimleri dizilsin diye yollamıştık onu büyüklerine. Bu teselliyi alıp
sarıldım “oğlummm” deyip özlemle. Yetişkin olmak buydu işte, gereklilikler
üzerinden verilen kararları yerine getirip sağduyulu bir şekilde hayatı
kabullenme.
Oysa çocukken öyle miydi? Nasıl da güzel telaşlardı bahtımıza düşen. Mesela
bayramdan bir hafta önce Kemeraltı’na gider, bayramlık arardık, anne ve
babamla, kardeşlerim yanımda. Dedemin Araphan’ındaki dükkanına da uğrardık
mutlaka, cam şişelerden soğuk su içerdik. Dedem hemen yemek söylerdi bize,
bir daha o tadı hiçbir yerde bulamadığım lezzetli dönerler yedim o birkaç
metrekarelik dükkanın bereketli atmosferinde.
Bayramlığın en güzelini alırdı babam, seçtiğim ayakkabı kırmızı olurdu çoğu zaman.
Bazen birkaç bayramlığımız olurdu. Teyzem ve annem rahat durmaz, konfeksiyon
ürünlerini beğenmez, “Burda” dergilerinden çıkardıkları kalıplarla kıyafetler
dikerlerdi illa ki, bayramda en şık biz olalım diye.
Evleri temizlerdik günler önceden, ben en çok cam silmeyi severdim,
varendaları yıkamayı, toz almayı. Şimdilerde yetişmekte zorlandığımız bu işler
o zaman ne kolay gelirdi, boyum kadar koltukları devirir, altlarını silerdim,
perdeleri yıkar, ütüler ve asardı annem.
Teyzemlerle birkaç gün önceden bir araya gelip mutlaka cevizli ev baklavası
yaparlardı. Anneannem başlarında, olmadı öyle, beceremezsiniz durun ben yapayım
diye tez canlılığıyla atardı kendini hamurun başına, her biri ayrı usta olan
kızlarına emirler yağdırırdı usulca. Yetişmeyecek, hadi sarmanın başına der
bizi de harekete geçirirdi, dizildik mi bahçeden yeni toplanıp haşlanmış asma
yapraklarının başına, tencerelerce sarmalar sarardık coşkuyla.
Muhabbetin ilişkilerin temelinde olduğu ve değdiği her yeri
güzelleştirdiği, yorgunlukları neşeye çevirdiği zamanlardı çocukluğumuzun
bayramları.
Tepsi tepsi su böreklerinin karnıyarıkların yapıldığı, tavukların,
pilavların piştiği anneannemin iki metrekarelik mutfağını hatırlayınca daha da
şaşırıyorum şimdilerde. Kocaman evlere sığamadığımız şu zamanlarda iki oda bir
sofa, bir terasta nasıl onca kişi sığışır, mutlulukla kaynaşırdık anlamak zor.
Demek ki büyüklerin sevgi dolu gönülleriymiş bizi ağırlayan. Dört oda bir salon
değilmiş aslolan.
Lise ikinin başında ani bir trafik kazasında yitince dedem, bir daha
bayram yaşamadım diyordum bunca zaman. Oysa dedemin ardından anneannem onbeş
yıl yaşamış ve bize nice bayramlarda açmıştı kapısını. Son gününe kadar eksik
etmemişti harçlıklarımızı, dualarını.
Anneannemin mis kokan ellerinden öpmekmiş meğer bayram, dedemden sonra
da bayramlar görmüşüz aslında. Ama anneannem de gidince ötelere, bayram sadece
tatlı anıların eski adı olarak kazındı zihnime. Arada adını taşıdığım babaannem
ve yirmi sekiz gün ardından diğer dedem de gidince bayram çadırının tek direği
anneannem kalmış meğer, o da bırakınca bizi gurbette, yürüyüp gidince sevinçle
Sevgili’ye, yıkılmış neşe çadırı üzerimize. Çocukluktan yetişkinliğe çabuk
geçiş yapıyor insan kayıplar üst üste gelince.
Bu sene de ayrılanlar oldu aramızdan. Artık memleketten sürekli kayıp haberleri
geliyor, eksiliyoruz günden güne. Tabi yeni doğanlar, emekleyenler, yürüyenler,
konuşanların haberleri de geliyor arada, yaşamın hızını anlatırcasına.
Daha dün anneannemin çatısında oyun oynadığımız, harçlıklarımızla çat-pat,
çikolata alıp kavgalar ettiğimiz, sonra sarılıp barıştığımız,
topladıklarımızı yarıştırdığımız kuzenlerim birer yetişkin olmuş, yüzlerinde
kederli ifade, çocukları kucaklarında, her biri ayrı şehirde devam ediyorlar
yaşamaya. Arada tatillerde kesişince yollarımız kısacık da olsa halleşiyoruz,
eski bayramları yitirdiğimize değil, eskiyen yanlarımıza bakıp üzülüyoruz, ama
yine de güler gibi yapıyoruz. Aslında biz yetişkinler ne de çok maske
takıyoruz. Şöyle sarılıp birbirimize doya doya ağlayacakken, cebimizden başka
bir maske çıkarıyor, ne olacak memleketin hali diyerek kaçıyoruz söze.
Çocuklar da çağın hız aldatmacasından nasiplerini aldığından olsa gerek,
bizim gibi heyecanlanmıyorlar bayram deyince. Sürekli alışveriş yaparak,
kıyafete, pastaya, böreğe doyurduğumuz ve farkında olmadan kapitalizm çarkına
kurban ettiğimiz çocuklarımız sevinmiyor şimdilerde bayramlıklara, ayakkabısını
alıp koymuyor baş ucuna. Bir sürü ayakkabı kutusundan seçerken birini, dudaklarını
devirip, öf ya hangisini giysem diye kederleniyorlar hatta.
Her bayram bir şeyler daha yitiyor gönüllerimizden, doldurmaya çalışıyoruz
yerini yitiklerin, anlamıyoruz çoğu zaman, sonsuz ihtiyaçlar yalanına kanıp
esiri oluyoruz maddenin. Artıkça bağlarımız, azalıyor iç yolculuklarımız.
Eksiliyoruz sürekli, heyecanlarımız bizi terk edeli nice zaman olmuşken
koca koca evlere, geniş gardroplara sığamazken neden daralıyor dersiniz içimiz?
Nedir kaybettiğimiz? Dar zamanlarda geniş gönüller sürememek mi derdimiz?
Oysa gurbetteyiz işte. Gidenler ve gelenler, hızla akan zaman bunu
haykırıyor durmadan. Gideceksin diyor. Şimdi gurbette olduğun gibi dünya da bir
gurbet yeri. Asıl yurduna dönünce bitecek özlem dedikleri. Yoksa burada
kalabalık zaman ve mekanlarda olsak da içimizdeki gariplik duygusunu silemeyiz
ki!
Tabi gurbette olduğumuz bu dünyada bir de fiziki gurbet evreni sarınca
atmosferimizi daha da yaralayıcı oluyor sevdiklerimizin sesleri. Yalnızlığı
daha derinden hissedince insan, bayram gelmiş neyime duygusuna giriyor, bıçak
olup saplanıyor sessiz sedasız geçen nam-ı diğer neşe günleri.
Bir çok ses, görüntü, ve kelimenin üzerimize akmasına rağmen hala garipse
yüreğimiz bu bayram, uzaksak sevdiklerimizin şefkatli kollarından, hayatta bir
türlü kimse çalmamışsa gönül kapımızdan garipliği basamak yapıp doğrulmak
gerekiyor.
İnsan düştüğü yerden kalkar derler ya, belki yaşadığımız fiziki gurbetler zayıflığımızı hatırlatan bir şans.
Bu bayram gönüllerimize genişlik,
evlerimize huzur, ülkemize aydınlık günler getirsin
Dar zamanlarda, geniş gönüller sürebilmek dileğiyle, nice bayramlara.
HANDAN KILIÇ
Bu güzel yazıyı okurken daha iyi anladım ki; Çocukken bayramları gözlerimizin ışıltısında yaşarken, şimdilerde hele ki baba ocağından uzakta isek kalbimizin sızısında yaşıyoruz.. her ne kadar kalbimin bir yanı acısa da çocukluğumun bayramlarına götürdünüz beni.. teşekkürler kadıkızı...
YanıtlaSilMutlu bayramlar.
YanıtlaSil