Bugün yeşil bir parkın içinde bir kafede oturdum. Mesai
saati olduğundan kısmen dolu olan parkta güvenlik görevlisinden garsona, gençlerden
yaşlılara, evli çiftlerden aşkları eskimiş sevgililere kadar herkes bir masanın
etrafında ya da bir bankta hatta birbirine temas ederken vücutları, ruhlarıyla orada
değildi sanki. Herkes elindeki telefonun dipsiz kuyusunda kendisini arıyordu besbelli.
Fotograf çekip paylaşırken andan uzaklaşıyordu.
O esnada bir masa dikkatimi çekti. Çocuklarını
parka getiren kırklı yaşlarda altı kadın
gelen bol köpüklü kahvelerinin yanına keyifle tüttürdükleri sigaralarını
yakmışlardı. İnanılmaz bir şeydi ama sadece o masada herkesin telefonu
çantasındaydı ve ortada koyu bir muhabbet vardı.
Tabi bu yaşlarda sahip oldukları
roller nispetinde kullandıkları maskeler de artmış kadınlar birbirlerine karşı ne
kadar samimi olabilir bu sorgulanabilir olsa da muhabbet edebilmenin hayretle
karşılandığı günleri yaşıyor olmak bana epey koydu.
Hani enfes bir şeyi
görürsünüz de canınız çeker ya işte o
anda canım gerçek bir insana temas etmek istedi. Bir kahvenin kokusunu
paylaşacağım bir yürek olsaydı karşımda diye düşündüm. Telefonumu çıkardım,
kalabalık telefon rehberimden burada olsa keşke diyeceğim birkaç kişi geçti
içimden. Arasam dedim, ama sonra vazgeçtim. Hepsinin bu gün burada olmamaları için
bir çok haklı mazeretleri olacağı geldi aklıma. Bunun dosyası var, diğerinin
çocuğu küçük, öbürünün evi uzak, bir diğerinin arabası tamirde, ötekinin çocuğu
okuldan gelmiştir, beriki bu saatte bu tarafın trafiğine girmez ve benzeri
bir sürü sebep. Arayıp reddedileceğime yeteyim kendi kendime dedim. Zaten
müzakere sonrası kimseyi kaldırmaz kafam diyerek teselli ettim kendimi. Sonra
uzaklardaki dostlar geldi aklıma, özlem dolu bir iç çekişle onlara da telefon
etmekten vazgeçtim. En iyisi yanımdan hiç ayrılmayan dostlarıma dönmek
diyerek çantamı açıp kitabımı çıkardım. Sık sık gelen ve çayınızı tazeleyim mi
diyen garsona orta şekerli bir Türk
Kahvesi söyleyip fantastik bir dünyaya adım attım. Bir süre okuduktan sonra
saatin farkına varıp çocuğumun okul çıkışına yetişmek için kalktım. Arabaya
binerken twiteera bakayım dedim ve orada rastladığım bir tweeti de bu yazıya aldımJ “
Şaka maka iyi yalnızız ha. Güzel yalnızız. Baya yalnızız, ama iyi yalnızız
Fakat ne yalnızız bee. Kabul edelim güzel yalnızız” diyordu, Gökhanzade. Ne kadar haklı değil mi?
Sonra şair İlhan Berk'in bir mısrası çarptı yüreğime ve orada düştü dağıldı sırça köşküm.
"Sana içimi döksem beraber toplar mıyız? "
Öyle samimi sormuştu ki bu soruyu ne diyeceğimi bilemedim. Herkes
kendi kapısının önünü süpürse temiz bir çevremiz olur diye düşünürüz her
birimiz. Ama bu kapı önü değil ki, insan içinin kıvrımlarında kendisi bile kaybolurken bir başkasını da almalı mı yanına ya da kendi karanlıklarında birinin elini tutarak ilerlese daha mı kolay olur hayat?
Herkes kendi çıkardığını katlasa, ya da giderken yanında götürse yüreğimize getirdiği
yükleri. Zaten dağılmazdı içimiz, öyle değil mi? Ama o zaman insan olabilir miydik?
Birbirimize değmeden geçip giderdik yüreğimize eş yüreklerin yanından. Dokunmadan
yaşarsak ne kadar gerçek bir hayatımız olur ki? Herşeyi mış gibi yaparak
ilerlersek bu yolculuk bizi nereye götürür?
Peki dostumuz deyip içimizi saçsak döksek ya
beraber toplamazsa bırakıp giderse mızıkçı çocuklar gibi oyunun tam ortasında
kim toplayacak dağılan bizi? Bırak dağınık kalsın desek nasıl karşılayacağız yeni
doğan günü ya gönlümüzün yeni misafirlerini nereye oturtacağız ki. Afedersin
bu aralar biraz dağınık içim boş bulduğun yere otur desek ne kadar rahat eder
ki?
Ama gelen gerçekten dostsa tutup elimizden kaldırmaz mı bizi, hadi kalk beraber
toplayalım içini demez mi? Önce perdelerini açıp gözümüzün, pencereleri aralar ki havalansın içimiz. Bir güzel siler gözbebeğini ki gönlümüzdeki ışıltı tekrar yansısın,
canlansın gözün feri.
Mevsim döngülerinde hani detaylı bir temizliğe girişilir
ya fazlalıklar atılır, küçülenler, gözden çıkarılanlar gönderilir. Aynı bu şekilde temizlemeliyiz belli aralıklarla gönül pencerelerimizi. Gözyaşıyla yıkamalıyız içimizin çıkmaz sokaklarını. Ve bunları yaparken en sahicisinden bir dost olmalı yanımızda.
Bugün böyle salınımlarla gitti geldi içimin sarkacı, duramadı bir dostun kalbinin önünde.
Kapınızın önü temiz, eviniz düzenli
olabilir, peki ya içiniz.
İçiniz ne alemde, var
mı gerçekten içinizi dökebileceğiniz biri? Bir gün ayrı düşse bile yollarınız gönül
toprağına gömdüğü döküntülerinizi gün yüzüne çıkarmayacak biri?
Sahi en son ne zaman bir dostunuz gönül kapınızdan kafasını uzatıp ne bu ortalığın hali dedi?
HANDAN KILIÇ
en son ne zaman bir dostunuz gönül kapınızdan kafasını uzatıp ne bu ortalığın hali dedi? dediniz... yada siz en son ne zaman bir dostunuzun birakin elinden tutmayi...gonulden gercek bir NASİLSİN? dediniz?
YanıtlaSilBazen insan ici ne kadar daginiksa disini o kadar parlatir. Bazen de buna da gucu yetmez birakir ...
YanıtlaSilBir keresinde bir dostum geldi evimi topladi. Yaptigi isim degil aslinda icimdi. Kac kisi bunu yapabilir ki?...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu güzel yazıya müstakil bir yazı ile yorum yapmak isterdim ama düşündüm ki bu bir "paraphrasing"den ötesi olmayacak.Yani aynı şeyleri farklı kelimelerle söyleyeceğim baktım ki...Sonra da dedim ki bir ğöğe bakma durağımız olsa, dostlarla bir araya gelip sadece göğe baksak.Nasıl olur?Kalemine sağlık KadıKızı
YanıtlaSilmai iyidi ters köşeye yatırdın beni:)
YanıtlaSilbetül her zamanki gibisin harikasın:)
YanıtlaSiladsız ya da adı her ne güzel bir isimse:) seni burda görmek ne güzel :) aynı yürek çapına sahip olanlar aynı sözleri dökerler üzerimize demek ki sizinle de aynı ortak paydadayız
YanıtlaSilÇok güzel anlatmışsın benim de ve pek çok insanın da yaşadığı yalnızlık duygusunu. Bırak içini döküp toplamayı insanların biraz derdini dinlemeye bile tahammülü yok. Enerjileri düşüyor, negatif etkileniyorlar. Bir bencillik hastalığına tutulmuş yaşıyoruz. Ya da belki benim hiç gerçek dostum yoktur kim bilir?
YanıtlaSilbirilerine içimi döküyorum ama yine ben topluyorum. Hülya
YanıtlaSil