15 Haziran 2014 Pazar

SENİ ÇOK SEVİYORUM BABA!



İnsan en zor kendine dair yazar. Bunu zorlaştıran bazen içinde doğduğu coğrafyanın kutsal değerleri, bazen de mahalle baskısının tezahürü, kol kırılır yen içinde kalır görüşünün geniş kitlelerce benimsenmesidir. 

Ama aslında en zor olan insanın kendi içinde başka bir dünyasının olması ve bunu kimseyle hatta kendisiyle dahi paylaşmak istememesidir. Çünkü insanı en çok korkutan kendisidir. Hani çizgi filmlerdeki temsilen çizilen o şeytan ve melek figürleri var ya tıpkı onların tüm filmlere heyecan katan savaşları gibi bir mücadele içinde geçer hayatımız. 

Bazen bireyler kendi içinde en kötü duygulara teslim olmuşken dışarıya karşı meleksi bir izlenim  çizmeye çalışırlar. Bazen de kötü davranırken bile aslında öyle yapmak istemiyorlardır. Ama samimiyet öyle güzel bir turnasol kağıdıdır ki, kalbiyle bakmayı terk etmeyen herkese yol gösterir ve karşımızdakinin rengini belli eder. Ve bizler böylece yolumuzu buluruz. Samimiyetine inandıklarımızla daha perdesiz daha gerçekçi ilişkiler kurarız. Ve işte ancak o tarz diyaloglar kurabildiğimiz insanlar bizi bir nebze daha fazla tanır ve içimizdeki mücadelenin farkındalığı ile bize yardımcı olmaya çalışır. Aslında insanların birbirine destek olurken çoğu zaman yarasını sardığı kendisidir. Ve işte insanlar bu yüzden birbirine temas etmesi gereken sosyal varlıklardır.

Giderek yalnızlaştığımız ve neredeyse tüm yakınlıklarımızı sanal bir bağ üzerinden yürütmemizi sağlayan bir hayata teslim olduğumuz şu zamanlarda sanal alemin gücü tartışılamaz. Ama nimetleri de gözden kaçırılamaz. Bizi mahallemizdeki bir avuç insana mahkum etmeyen de, kalbimize denk kalplerle karşılaşma şansı da veren bu sanal düzendir. Ayrıca insan en çok yazarken soyunur kendisinden ve konuştuğundan daha samimidir sözcükleri yazarken.

Bugün babama dair yazayım istedim. Belirli günler ve haftalar kitaplarıyla büyümüş bir nesilden olunca Babalar Günü konseptine uyayım diyerek böylesi zor bir işe giriştim. Çünkü kendime dair yazmak demekti babamdan bahsetmek. Ve bu yazıyı babam okuduğunda, konuyu amma dağıtmışsın eleştirilerine maruz kalmayı göze almak demekti. Ama bu gece gözüm kara; bakalım bu giriş beni nereye götürecek, Erdem Bayazıt gibi bir giriş yapalım; Bismillah der başlarım bu şiire, bu şiir götürür beni götüreceği yere” diyerek önce selamlarım can parçamı, ilk aşkımı, babamı.

Frued bir bilim adamı olarak neler söylemiştir, Elektra kompleksi diye tanımladığı ruh hallerine ne kadar maruz kalmışımdır bilemem ama doğru söylediği bir şey var ki, her kızın ilk aşkı babasıdır. Ben de neredeyse liseyi bitirene kadar annesinin karşısında bile her konuda babasının haklı olduğunu düşünen, babasının sevdiklerini seven, yerdiklerini yeren bir insandım. İsmet Özel diyor ya Sebeb-i Telif şiirinde;     Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız 

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla 

düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz 
siz gidin artık 
düşman dağıldı dedikleri bir anda 
anlaşılıyor 
baştan beri bütün yenik düşenlerle 
aynı kışlaktaymışız 
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor 
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda 
tek başınayız.        


Bugünden geriye dönüp bakınca, ne kadar fiziksel olarak benziyorsam, o kadar da babamın okuduklarını, okuttuklarını okuyan kısacası ruhen de onun eseri olan biriyim. Genetik miras olarak tevarüs ettiğim huylarımı da eklersek sanırım ben babamım. Bu nedenle de kişiliğimin oturduğu günlerden beri onunla anlaşamıyorum. Birbirini deli gibi seven ama bir araya geldiğinde o çocukken çok kez bize anlattığı köprüde karşılaşan iki inatçı keçinin sonunu yaşayan ve Allah’a şükür ki sevgili annemin şefkatli kollarına düşen, derin sabrıyla bizi iyileştiren annem sayesinde yine sarmaş dolaş olabilen çılgın aşıklar gibiyiz babamla.

Lafın etrafında dolaşmayı bırakıp bir an önce konuya gireyim; beni sokakta gördüğümde etkileyen iki tablo vardır: Babasının elinden tutmuş ve müthiş bir rahatlıkla yürüyen kız çocukları ile derin bir sevgiyle bağlı olduğu annesinin elini tutan sevimli oğlan çocukları. Çok şükür ki, iki tabloyu da doyasıya yaşadım ve herkesin de bu şansa sahip olmasını dilerim. Olmadıysa da bunun bir hikmeti olduğunu düşünüp hayatımıza kattıklarını da hesap ederek bir muhasebe yapmayı kendim başta olmak üzere herkese tavsiye ederim. Çünkü nimet külfet dengesi hayatın ana kuralıdır ve varlıklarımız bizi zayıflatırken yokluklarımız dirençli bireyler olmamıza sebep olur. Ve bize ne lazımsa bu hayat serüvenimizde o verilmiştir kaderimize.

Lafı dağıttıkça dağıttım yine ama napayım bu huyum da babama çekmiş, onun hayatıma yerleştirdiği çok okumanın, çok yazmanın yan etkileri de böyle oluyor, laf lafı açıyor.

Babama dair yazarken yaşım ilerledikçe fark ettiğim şeylerden de bahsetmek istiyorum: Mesela ben anne ve babaların yaptıkları şeylerin sıradan ebeveyn vazifesi olduğunu düşünür ve bakmayacaklarsa dünyaya getirmeselerdi diyen hatta bugün bundan daha acımasız cümleleri kuran anlayışa destek verirken, yani hiç hayatı bilmezken, çevremi gözlemlediğimde kendi anne babamın ne kadar da muhteşem insanlar olduğunu, bizi yetiştirirken maruz kaldığımız her türlü kuralın aslında sadece bizi korumak için konduğunu, tüm eleştirilerin bizi mükemmele yaklaştırmak için yapıldığını yeni yeni fark ediyorum. 

Belki bunda kısmen anne baba rollerinin üzerimize yapışması ve evde disiplini sağlama adına kötü polis rolünün benim üzerimde olmasının da etkisi vardır. İnsan sınanmadığı acılara dair konuşmamalıdır derler ya bizler ancak sorular bildiğimiz yerden gelirse üzerine düşünüp doğru yanıtlar verebilecek insanlar olduğumuzun farkındalığıyla baktığımızda hayatımıza, anne ve babamızın ne kadar da fedakar olduğunu anlıyoruz. Çünkü psikoloji bile insanın kendinden daha iyi olmasını gönülden isteyeceği tek varlığın kendi evladı olduğunu söylerken bunu anlamamız zaman alıyor.

”Bu hayata bir kez geliyoruz, çocuklar için hayatımızı mı feda edeceğiz “  bencilliğini vicdan taşıyan hiçbir anne babanın söyleyeceğini sanmıyorum ama işte hayatta çeldiriciler o kadar çok ve insanlar bunlara takılmaya o kadar meyilli ki, çocuğundan önce gelen kıymet verdikleri olduğunda bedelini çocuklarını kaybederek yaşıyor. Ve bugün her yerde karşımıza çıkan sorunlar anne ve babaların hayatlarını çocuklarından öne almalarından kaynaklanıyor. Yeterince sevilmemiş çocuklar kendilerini gerçekleştirecek gücü bulmazken, hasbelkader sevgisizlik kırbaç etkisi yaparak hayata tutunanları ise hırsları ile hem kendilerine hem de topluma zarar verirken aile kavramının içinin boşalmasına sebep oluyor ve dolayısıyla en küçük yapı taşı bozulan toplum onulmaz hastalıklarla sarsılıyor. 

Elbette söylemek istediğim, çocuk yetiştirirken kendini unutmak değil ama bu süreçleri yaşarken onların yanında yer almak belki de onlarla beraber bakış açılarımızı geliştirmek ve yüzümüzü karartmayacak hayırlı insanlar olmaları için uğraş vermek gerektiğini unutmamak. 

Bugün olaylara buradan bakınca anne ve babamın hayatımın en büyük şansı olduklarını fark ediyorum. Ne ölçüde onların istediği bir evladım bilemem ama her daim onlara layık bir duruş sergileme gayretindeyim. Hayata dair verdikleri prensiplerden onlardan ayrıldığım günden beri, yani kontrol alanlarının dışında olduğum uzun yıllardan bu yana  ödün vermemeye  çalıştım. Ama hayat bana  bir gerçeği daha öğretti ki, çocuklarımız bizim istediğimiz gibi değil, genetik kodlarındaki gibi bir insan oluyorlar. 

Oğlum dünyaya geldiğinde telaş içindeydim nasıl onu iyi yetiştireceğim diye ve bir uzman olan arkadaşıma danışmıştım, çocuk yetiştirilen bir şey değil, onu çok sev ve tehlikelerden koru demişti. Kendisinin çoçuğu olmayan bu kişinin öğüdünü bugün daha iyi anlıyorum. 

Bizler aslında anne baba olarak dünyaya gelmelerine aracı olduğumuz varlıkların birer yoldaşıyız. Yollar çetin, yollar kıvrımlı. Acıktığında yoldaşımız bizi bulmalı yanında, korktuğunda bizim varlığımızla huzur duymalı. Kaderin izin verdiği ölçüde yanında olmalıyız yoldaşlarımızın ve sanırım onları sevmek, herhalleriyle kabul etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. 

Biz ne kadar iyi ne kadar mükemmel olmalarını istesek de onlar bizim genlerimizi taşıyan kopyalar ve bizden gördüklerini hayata taşıyan kopyacılar. Bu nedenle işte baba ben tıpkı senim, sen de tıpkı ben. Hatta ne kadar düşkün olsan da bütün ömrünce mücadele içinde olduğun ve ben de seni üzüyor diye kayıtsız şartsız karşısında olduğum babaannemsin aslında. Ve nasıl fizik kuralıysa zıtlar çekerken birbirini, aynı olanlar büyük bir güçle itiyorsa biz de bunun için didişip duruyoruz bir araya geldikçe.

Ama işte ben senin eserinim. Küçükken en az dört beş gazeteden gösterip yorumlattığın gibi hala karikatürlerin peşinde, sık sık yarım kalmış ajandalara başlayıp, yazıp çizme gayretinde, nereye gitsem diye düşündüğüm her boş zamanda kendini kitapçılarda bulan, çok çay içen, çok şiir okuyan, çok kalabalık, çok yalnız, çok neşeli, çok kırılgan, sevdiğini çok seven, ısınamadığını hayatına katmak için çok da uğraşmayan, beni seven böyle sevsin, sevmeyene kapı orada diyen, çok fedakar, çok iyi kalpli, sinirlendiğinde gözü kimseyi görmeyen, kovulduğu köy dokuzu aşalı çok olsa da doğruyu söylemekten vazgeçmeyen, kalbi dilinde olan ve bunun için politik olmayı beceremeyen ama kendini belki de en çok bu yanıyla seven, az uyuyan, çok düşünen, içi içine sığmayan bir enerji ile her şeye yetişemeye çalışan, yardım ettiği konular vazifesiymiş gibi hep üzerine kalan, hata çoğu zaman bir teşekkür çok görüldüğü gibi hesap sorulan, herkese koşup kimseye yaranamayan aslında bu hayat öyle böyle geçiyor diyerek çok da sallamayan bir insanım bugün. 

Yani senim, senin o her gece saçlarını okşarken masallar anlatıp dualar okuyarak uyuttuğun, sen yanımızda olduğunda korku nedir bilmeden rahatça gözlerini yuman kızınım. Canımız ne isterse daha söylemeden onu bulup getiren, günde on kere alışverişe gitmeye üşenmeyen, her kızı ile ayrı ayrı yürüyerek onlara insanlara özel zaman ayırmak gerektiğini öğreten, çocukları hayatı olan, sıcacık evimize hem ekmek taşıyıp hem odununu kömürünü kırıp maddi manevi bizi kuşatan sevgisiyle büyüten, böyle büyük bir yüreğimiz olmasının sebebi olan güzel babam iyi ki varsın, uzun ve sağlıklı hayırlı bir yaşamda annemle birlikte hep olasın yanı başımızda. 

Senin kıymetini hiçbir zaman bilemedim, fedakarlıklarının boyutunu, babalarından gördükleri zulümleri gördükçe arkadaşlarımın babalarından öğrendim. 

Babalarından göremedikleri sevgi ve güvensizlik yüzünden bir erkeği hatta insanları sevemediklerini gördüğüm arkadaşlarım oldukça her seferinde senin kızın olarak dünyaya geldiğim için bir kez daha şükrettim. İyi ki ben senin o inatçı, o dili pabuç kadar, huysuz ama bir o kadar da tatlı kızınım ve iyi ki sen de benim huysuz, inatçı, sevimli, şakacı, sinirli, sevmeyi ve sevilmeyi çok seven babamsın. 

Seni anlatmaya ne sayfalar yeter ne de yüreğim, bu nedenle sözün sonuna geleyim:
                      

Annelere daha kolay söylenen, ilk aşkımız olsalar da, erkek deyince aklımıza gelen ve onları sevdiğimizden hep onlar gibi adamları arayıp bulduğumuz şu dünyada, babalara söylemek için geç kalınmış o cümleyi yüksek sesle haykırıyorum bugün en kalbi duygularla; “Seni çok seviyorum baba”                     

HANDAN KILIÇ

9 yorum:

  1. kalemine sağlık handan, babalar gününe ilişkin mükemmel bir yazı olmuş. hatta babalar gününü de aşan aile yapısına ilişkin harika bir yazı... "Bu hayata bir kez geliyoruz, çocuklar için hayatımızı mı feda edeceğiz" diyerek bireyselleşmeyi öne çıkaran batı ve amerikan kültürü şu anda toplumu bu felsefeden vazgeçirmek için bütün enstrümanları kullanıyor. sinema başta olmak üzere bütün medya araçlarıyla ailenin kutsallığını vurgulamaya çalışıyor, ancak ne kadar etkili oluyor tartışmalı. Türk örf ve adetlerini mükemmel şekilde özümsemiş bir kültür ortamı.... böyle bir ortamda yetiştiğin için ve böyle bir baban olduğu için çok şanslısın handan... Allah uzun ve hayırlı ömür versin babana, sana ve bütün ailene....

    YanıtlaSil
  2. Tesekkurler mete :) değerli yorumlarını daha çok görmek isterim blogumda:)

    YanıtlaSil
  3. senin o her gece saçlarını okşarken masallar
    anlatıp dualar okuyarak uyuttuğun...
    sen yanımızda olduğunda korku nedir bilmeden rahatça gözlerini yuman kızınım....
    Canımız ne isterse daha söylemeden onu bulup getiren...
    günde on kere alışverişe gitmeye üşenmeyen...
    her kızı ile ayrı ayrı yürüyerek onlara insanlara özel zaman ayırmak gerektiğini öğreten... çocukları hayatı olan, sıcacık evimize hem ekmek taşıyıp hem odununu kömürünü kırıp maddi manevi bizi kuşatan sevgisiyle büyüten...
    böyle büyük bir yüreğimiz olmasının sebebi olan güzel babammm...
    iyi ki varsın, uzun ve sağlıklı hayırlı bir yaşamda annemle birlikte hep olasın yanı başımızda....

    Bunlarin ustune soylencek hicbir soz yok.. sadece okurken eslik eden gozyaslari var....

    YanıtlaSil
  4. Sağolun mai eşlik eden hayatlarda bulunmak güZel:))

    YanıtlaSil
  5. Ama işte ben senin eserinim. Küçükken en az dört beş gazeteden gösterip yorumlattığın gibi hala karikatürlerin peşinde, sık sık yarım kalmış ajandalara başlayıp, yazıp çizme gayretinde, nereye gitsem diye düşündüğüm her boş zamanda kendini kitapçılarda bulan, çok çay içen, çok şiir okuyan, çok kalabalık, çok yalnız, çok neşeli, çok kırılgan, sevdiğini çok seven, ısınamadığını hayatına katmak için çok da uğraşmayan, beni seven böyle sevsin, sevmeyene kapı orada diyen, çok fedakar, çok iyi kalpli, sinirlendiğinde gözü kimseyi görmeyen, kovulduğu köy dokuzu aşalı çok olsa da doğruyu söylemekten vazgeçmeyen, kalbi dilinde olan ve bunun için politik olmayı beceremeyen ama kendini belki de en çok bu yanıyla seven, az uyuyan, çok düşünen, içi içine sığmayan bir enerji ile her şeye yetişemeye çalışan, yardım ettiği konular vazifesiymiş gibi hep üzerine kalan, hata çoğu zaman bir teşekkür çok görüldüğü gibi hesap sorulan, herkese koşup kimseye yaranamayan aslında bu hayat öyle böyle geçiyor diyerek çok da sallamayan bir insanım bugün.
    ....
    ben de en çok burayı beğendim, elinize sağlık
    (ve)sair kemal

    YanıtlaSil
  6. Sagol ve sair kemal :)) en içten itiraflar kısmını beğenmişsin:))

    YanıtlaSil
  7. Bence bir uyarı notu koymalısın bu yazının başına: " Dikkat! Yoğunluklu duygusal içerik ve samimi hisler barındırır " gibi... Gözlerim doldu okurken. Kalemini özlemişim.
    Dilsuhan

    YanıtlaSil
  8. sağol dilsuhancım ben de seni ve güzel yorumlarını özlemişim:) daha sık görmek dileğiyle:) o uyarıyı koyarsam kimse okumaz:) ondan koymuyorum bir de benim duygusallık içermeyen yazım yok blogun başlığına mı koysam ki bu uyarıyı:)

    YanıtlaSil
  9. Sabırla okudum ama değdi doğrusu

    YanıtlaSil